Tarih: 3 Temmuz 1993…
23 yaşındaydı 6 yıl önce gelmişti Almanya'ya: burs kazanmıştı ve Düsseldorf Müzik Yüksek Okulu'nda öğrenim görmüştü. 1991'de konçerto solisti diploması
almıştı.
Berlin'e geleli ise daha birkaç ay olmuştu; Berlin Tasarım Sanatları ve Müzik Akademisi'nde piyano ve oda müziği öğretmenliği yapıyordu. Arta kalan zamanında Alman çocuklarına özel piyano dersi veriyordu.
Türklerin yoğun bulunduğu Kreuzberg Mahallesi'nde tek odalı bir apartman dairesinde oturuyordu.
Odanın yarısını kuyruklu piyanosu dolduruyordu! Bir de yer yatağı vardı; evdeki yaşamını üstünde geçirdiği; uyuduğu, okuduğu, dinlendiği. Köşede ise küçük kitaplık vardı. Odada dolaşmaya yer yoktu. Yemeklerini dışarıda yiyordu.
O gün…
Kahvaltısını yapmak için yakındaki bir kafeye gitti.
Radyo açıktı. Uzaktan, çok uzaktan kulağına tanıdık isimler geliyordu radyodan.
Metin Altıok diyordu radyo…
Behçet Aysan diyordu radyo…
Aziz Nesin diyordu radyo…
Asım Bezirci diyordu radyo…
Alman spikerin okuduğu isimler bitmek bilmiyordu…
Alman radyosundan öğrendi; Sivas Madımak Oteli'nde 2 Temmuz'da yürekleri yakan yangını… 37 kişinin can verdiği katliamı…
Kalakalmıştı masada.
O gün ne yaptı hiç anımsamıyor. “Herhalde okuldaydım, bilemiyorum, silmişim o öğleden sonrasını.”
Hatırladığı; hava kararınca hemen eve döndüğü.
Kitaplığından Metin Altıok'un şiir kitabını aldı; “Gerçeğin Öteyakası.”
İlk sayfasını çevirdi; sarsıldı. Pek ağlayan yapısı yoktu. Yanağının ıslandığını hissetti. Metin Altıok, “Cemal Süreya Şiir Ödülü”nü kazandığı bu kitabını imzalayıp hediye etmişti; “Fazıl Say için sevgiyle…”
O güne kadar pek şiir sevmez, okumazdı. “Metaforlar, imgeler, kafiyeler ne ki?” derdi.
O gece…
Okudu… Okudu…Okudu…
Sonra babası Ahmet Say'ın yayınladığı Metin Altıok sonelerini okumaya başladı.
Bir şiirde durdu:
“Sevgilim,
Bak geçip gidiyor zaman
Aşındırarak bütün güzel duyguları
Bir yarım umuttur elimizde kalan
Göğüslemek için karanlık yarınları.
Bu kekre dünyada
Yazık, geçit yok aşka
Bir şey yok
Paylaşacak, acıdan başka…”
Metin Altıok amcası gibiydi…
Cemal Süreya amcası gibiydi…
Turgut Uyar amcası gibiydi…
Berlin'deki tek odalı evde yapayalnızdı bu sıcak temmuz akşamı.
Madımak Oteli'nde olanlar aklına geldikçe nefesi kesiliyordu.
Bilinci rahat bırakmıyordu. Kafası allak bullak olmuştu.
Bir gülümsüyor bir yüzü asılıyordu…
Gülümsüyordu; anımsadıkça, Ankara Tavukçu Lokantası'ndaki bol kahkahalı dost sofralarını.
İşte Cemal Süreya şiir okuyor.
Hep masadaki siyasi tartışmalar alevlendiğinde okurdu şiirlerini Cemal Süreya.
“Keyifli adamlardı.” Hepsi o güzel günlerin geleceği umudu taşıyorlardı.
Aklına; zayıflığından ötürü babasının “parmak çocuk” dediği Metin Altıok'un gür sesi geldi. Bir de, kolay mı sarhoş oluyordu ne?
Turgut Uyar neden hep sessiz; hiç konuşmuyordu.
Masanın en güzeli Tomris Uyar;
“Ankara'nın Venüsü” idi!
1970'li yılların ikinci yarısıydı…
5 yaşındaydı. Anne-babası yeni ayrılmıştı. Müzik eğitimi için babasıyla kalıyordu.
Ahmet Say, o yıllar dergi çıkarıyor, kitap yayınlıyordu. Kızılay-Sakarya Caddesi'nde tek odalı bir yerde çalışıyorlardı. Bir masa ve üç sandalye vardı ve buna rağmen gelen giden ne çoktu. Sohbetler apartman koridoruna, sokağa taşıyordu. Ne heyecanlı günlerdi…
“Televizyon seyreder gibi seyrederdim. Hiç sıkılmazdım o büyük ve o çok eğlenceli adamlardan.”
Öner Ünalan, Vecihi Timuroğlu, Ruhi Su, Aşık Mahsuni ve arada sırada Ankara'ya gelen Yaşar Kemal… Kimler yoktu ki…
Pazar günleri mutlaka -herkesin ablası- şair Gülten Akın'ın evine gidilirdi… Hep şiirler okunurdu…
Bazen de, Zeynepler'in Küçükesat'taki çatı katı evlerine gidilirdi.
Zeynep; Zeynep Altıok. Füsun Akatlı ile Metin Altıok'un biricik kızları.
Ne yaramazlık yaparlardı; çatıların üstünde koşturup dururlardı…
Berlin'deki tek odalı evdeki piyano çığlık atıyordu sanki…
Birden…
Piyanonun başından kalktı.
Kitaplarını karıştırdı ve buldu.
Aradığı Nazım Hikmet'in bir şiiriydi. Şiir kitabının sayfalarını hızla karıştırdı. Buldu…
Nazım ile aynı ruh halindeydi; 6 yıldır Almanya'daydı; gurbetteydi…
“Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
Şile bezindendi…”
O gün…
O temmuz gecesi…
Üzerinde çalıştığı ilk bestesi bu oldu…
“mem-le-ketim/uzun-kısa-kısa…”
Ardından….
Metin Altıok'u besteledi; “Bu Kekre Dünyada.”
Artık erkenden evine gidiyordu. Alıyordu eline şiir kitaplarını, geçiyordu piyanonun başına, sürekli doğaçlama yapıyordu.
Şiir kitaplarının kimi sayfaları nota kağıdı işlevi görüyordu.
Bu yoğun çalışma sırasında anılar peşini hiç bırakmadı…
“Bir gün eve dönerken nereden aklıma geldi ise babama dedim ki, ‘Türkiye'nin en iyi şairi kim?' Babam herhalde benden böyle bir soru beklemiyordu, şaşırdı, ‘Cemal Süreya' dedi. Nedense sitem eder gibi, ‘Nazım Hikmet değil mi yani' dedim. Babam gülümseyerek, ‘yaşayan şairler arasında' yanıtı verdi…”
Üçüncü bestesi Cemal Süreya'nın şiiri oldu; “Dört Mevsim.”
“Bahar mezarına gömsünler sizi
Yapraklar gibi buluştunuzdu
Kokular gibi seviştinizdi
Bahar mezarına gömsünler
sizi…”
Yunus Emre, Orhan Veli, Ahmet Arif, Muhyiddin Abdal, Turgut Uyar, Can Yücel, Aziz Nesin, Pir Sultan Abdal…
Ve -başının tatlı belası- Hayyam bestesini yaptı.
“12 yaşındaydım. Evde babamla futbol oynardık. Bir gün top kütüphanedeki bir kitabı düşürdü; baktım kapağında uzay, yıldızlar var. Kitabın üzerinde büyük harflerle HAYYAM yazılıydı. Altında ise Sabahattin Eyüboğlu ismi vardı. Babama ‘bu neyin kitabı' diye sordum; çünkü uzaya meraklıydım. Babam, ‘oku' dedi. Hayyam'la böyle tanıştım.”
Yıllar sonra… Piyanonun üstünde Hayyam'ın yine o kitabı vardı. Sayfaları kopuk kopuktu. Ve sayfalarının üzerinde artık notalar vardı:
“Akılla bir konuşmam oldu dün gece
Sana soracaklarım var, dedim
Sen ki her bilginin temelisin
Bana yol göstermelisin…
Bu zorbalar ne biçim adamlar, dedim
Kurt, köpek, çakal, makal, dedi
Ne dersin bu adamlara, dedim
Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi…”
Hayyam'dan hiç kopmadı. Gün geldi… Hayyam yüzünden hapis cezası
bile aldı.
Berlin'de o tek odalı evde geceler boyu şiirler üzerinde çalışırken, kaderi 1994'te tamamen değişti…
1994'te Genç Konser Solistleri yarışmasında Avrupa Birincisi oldu.
1995'te Genç Konser Solistleri yarışması Dünya Birincisi oldu.
Aynı yıl New York'a gitti…
“21 kolim vardı; 20 kutuda kitaplar, notalar ve 1 kolide ise giyecekler.”
Madımak katliamının doğurduğu “Şarkılar” bir koli içinde ABD'ye gitti. Doğacakları günü bekleyeceklerdi..
New York günleri yoğundu. Konserler, oratoryolar, konçertolar…
“Tek başınasın. Arkanda bir lobi yok. Her konser sınav gibi. Çaldın çaldın yoksa yoksun, hiçsin. Bir Türk için oralarda tutunmak çok zor…”
Hep çalıştı nefes almazcasına… Karşılığını aldı; sadece 1995'te şu ödülleri kazandı:
Radio France/Beracasa Vakfı Ödülü,
Paul A. Fish Vakfı Ödülü,
Boston Metamorphosen Orkestrası Solist Ödülü,
Maurice Clairmont Vakfı Ödülü…
New York Filarmoni, St. Petesburg Filarmoni, Amsterdam Concertgebouw, Viyana Filarmoni, İsrail Filarmoni, Fransa Ulusal Orkestrası, Tokyo Senfoni gibi orkestralar eşliğinde konser verdi ardı ardına…
Evlendi. Kızı doğdu. Ve o hep çalıştı.
Ve… “Şarkılar” hâlâ çekmecede doğacak günü bekliyordu…
Ancak az kalmıştı gün yüzüne çıkmalarına…
“Bir gün Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Hasan Hüseyin Akbulut aradı; ‘Nazım Hikmet'i devletle barıştırmak istiyoruz' dedi.”
Nazım Oratoryosu'nun doğum günlerinde… Berlin'de yazılan “Şarkılar”, konulduğu çekmeceden çıkarıldı.
Nazım Hikmet'in başta “Memleketim” olmak üzere şiir yapılan şarkıları üzerine tekrar çalıştı. Yeni besteler yaptı.
Nazım Oratoryosu büyük başarı kazandı. Yıl, 2001 idi.
Bu arada memleket hasreti ağır bastı. Yaklaşık 15 yıldır yurt dışında yaşıyordu. 2002'de Türkiye'ye döndü.
İstanbul'a yeni yerleşmişti ki çocukluk arkadaşı Zeynep Altıok kapısını çaldı. Babası Metin Altıok'un şiirlerinden yapılan şarkıları müzik albümünde toplayacaktı. “Bu Kekre Dünyada” bestesini istedi. “Seve seve” dedi.
Zeynep gidince, piyanonun başına geçti, yıllardır çalmadığı bestesini tekrar çalmaya başladı. Kararını o gün verdi…
Zeynep'e telefon etti, “Metin Altıok Oratoryosu besteleyeceğim.”
Ertesi gün Ankara'ya babası Ahmet Say'ın yanına gitti; “Baba, bana Metin Altıok'u anlatır mısın?..”
Tarih; 3 Temmuz 2003.
Madımak katliamının 10. yılında Metin Altıok Oratoryosu; 31. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali kapsamında, Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu'nda seyirciyle buluşacaktı. Fakat…
AKP Hükümeti Madımak Oteli'ndeki yangın görüntülerinin yayınlanmamasını istedi. Aksi takdirde Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu'nun 70 kişilik korosunu göndermeyecekti!
Fazıl Say yaşamı boyunca geri adım atmadı.
Çalışmaya, üretmeye ve mücadeleye devam etti.
Ve… Yıl, 2013.
Berlin'de o minicik evde bestelenen şiirler nihayet gün yüzüne çıktı:
“İlk Şarkılar” dinleyicisiyle buluştu.
O kadar ilgi gördü; o kadar başarılı oldu ki, albümün satış rakamı 70 bine ulaştı. Fakat…
Berlin'de bestelenen kimi şiirler, ilk albümde yer almamıştı. İşte bu amaçla… “Yeni Şarkılar” albümü yapıldı ve geçen hafta dağıtıma verildi.
Neler yok ki yine…
Turgut Uyar'ın, yalnız kalmanın/aldatılmanın sessiz haykırışı var. Sevdiği kadın bir “theremin” idi bu şarkıda!
“Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım…”
Cemal Süreya‘nın “yıkıcı”, “hain”, “yasa dışı” aşkı bir nevi opera müziğiyle karşınıza çıkıyor.
Nazım Hikmet ile bir dere kenarına gidiyorsunuz. Su, arp; çınar, blokflüt; kedi, kanun; güneş ise 22 ney seslendiriyor!
Ömrü ise theremin temsil ediyor.
Edip Cansever'in bir deniz kızının aşkına 35 müzisyen eşlik ediyor.
“Kimbilir ne seviştik ki saat kaç
Elleri tetikte bütün gazetelerin…”
“Yaramaz” Hayyam, rock gitarlarla karşınıza çıkıyor! Eserde, bir başka sürpriz ise ramazan davulları…
Evet…
“Önce “İlk Şarkılar”…
Ve şimdi “Yeni Şarkılar”…
Yani… Bizim şarkılarımız…
Fazıl Say, Türkiye aydınlanma mücadelesine besteleriyle devam ediyor.
Madımak'ta ölmediğimizi ispatlıyor hepimize!..
Evet, ne şairler ölür ne de besteciler…
"Alıntı"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder