20 Temmuz 2019 Cumartesi

Orda bir köy var, uzakta

Orda bir köy var, uzakta
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
Orda bir ev var, uzakta
O ev bizim evimizdir.
Yatmasak da, kalkmasak da
O ev bizim evimizdir.
Orda bir ses var, uzakta
O ses bizim sesimizdir.
Duymasak da, tınmasak da
O ses bizim sesimizdir.
Orda bir dağ var, uzakta
O dağ bizim dağımızdır.
İnmesek de, çıkmasak da
O dağ bizim dağımızdır.
Orda bir yol var, uzakta
O yol bizim yolumuzdur.
Dönmesek de, varmasak da
O yol bizim yolumuzdur.
Bu şiir; 1901 yılında Kudüs’te doğan ve uzun yıllar Sivas’ta öğretmenlik ve Milli Eğitim Müdürlüğü yapan, Ahmet Kutsi TECER tarafından yazılmıştır.
1950’li yıllarda da Münir CEYHAN tarafından bestelenmişti. Etkileyiciliği ve derinliği ile son derece hüzünlüydü.
Çocuk şarkısı olarak kabul edilse de; büyükler arasında bile zevkle dinlenen, hoş bir tadı vardı. Neredeyse ilkokul sürecinden geçen her Türk çocuğunun bir kere de olsa söylediği, söylerken de; insanın iç sesine dokunan ve aynı zamanda da otantik namesiyle tuhaf duygulara sürüklendiği, ender ilkokul şarkılarımızdan sadece birisiydi:
“Orda bir köy var uzakta”
Âşık Veysel gibi bir dehayı Şarkışla’nın Sivrialan köyünden bulup çıkaran Ahmet Kutsi TECER, özellikle köy kültürüne olan ilgisi nedeniyle
Sivas için son derece önemli bir şahsiyetti. Sivas Erkek Lisesinde edebiyat dersleri vermekteydi. Tartışmasız bugün, klasikler arasında yerini almış birçok Anadolu köy kültürünün de günümüze kadar gelmesini sağlayanların başında gelmekteydi.
Aynı Lise’de müzik öğretmenliği yapan Muzaffer SARISÖZEN ile ister istemez yollarının kesişmesi kaçınılmazdı. Tecer; zaten kendisi gibi kültür aşığı olan Sarısözen ile beraber Halk Şairlerini Koruma Derneği’ni kurmuş ve birçok halk aşığının şiirlerinin yayınlanmasına ve tanınmasına da vesile olmuştur.
Her ne kadar Kudüs’te doğup, Erzincan’ın Refahiye (Eğin) İlçe’sinde büyüyen Tecer, Sivas’ı öylesine sevmiş ve benimsemiş ki; Sonradan aldığı Kutsi adını doğduğu yer olan Kudüs’ten, Tecer olan soyadını da Kangal’lı Âşık Ruhsati’nin bir şiirinde geçen Tecer dağından esinlenerek soyadı olarak kullanması, O’nun ne denli bir kültür ve Sivas aşığı olması için yeter de artar bile…
Ahmet Kutsi TECER, Sivas İl Merkezine bağlı Havaalanı mevkiinde bulunan, Çelebiler Köyü’ne de sık sık misafir olmaktaydı. Halk kültürünü çok iyi bildiği için de, köylerde aranan bir kişiydi. Özellikle Halk Edebiyatı ve köy kültürü, O’nun için bir yaşam biçimiydi.
“Orda bir köy var uzakta”
Bu şiirin, özellikle Sivas Merkeze bağlı Çelebiler Köyü için yazıldığı bilinmektedir.
Değerli halk bilim uzmanı Dr. Doğan KAYA’ da, Bu şiirin Çelebiler köyünden esinlenerek yazıldığını, rahmetli Neriman Altındağ TÜFEKÇİ’den bizzat dinlediğini söylemiştir.
1930’lu yıllardan sonra, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda duyulan heyecanı belki de en güzel yaşatan, büyük-küçük herkese heyecan veren bir ezgi olarak ta kabul edilebilir.
Plağa okunmasından sonra neredeyse bütün okullar bu plaktan birer tane edinmiş ve teneffüslerde her zaman çalınmasını sağlamışlardır. Şarkı, 60’lı yılların sonuna doğru, idealist bir köy öğretmeninin hikâyesinin anlatıldığı siyah-beyaz bir filmle birlikte zirveye çıkmıştı.
Ahmet Kutsi TECER’in özellikle bu şiiri, gerek şehir kültürü, gerek Halk kültürü ve gerekse çocuklara bıraktığı güzel bir miras olduğu muhakkaktır. Bir kuşak neslin yüreğinde her zaman güzel hislerle yaşamaya devam edecek, çok önemli bir kültür olgusu, şehir kimliği niteliğindedir.
“Orda bir köy var uzakta”
O Köy; yani Sivas Merkeze bağlı Çelebiler Köyü…
“Gitmesek de gezmesek de” bizim köyümüz olmaya devam edecek, hatırladıkça yüreğimizi ıslatan o lirik ve otantik namesiyle de eskimeyen, bir geçmiş zaman şarkısı olarak kalacaktır.
Kim bilir; belki de hala büyümeyen o “eskimiş çocuklar” ın içlerinde kaybolmayan çocuksu duyguları kabarır zaman zaman, Gardaşlar Dağı’ nda, Meraküm Tepesi’nde boy veren bir akasya misalidir şimdi, Mısmılırmak boyunca, Kızılırmak boyunca…
Kurtuluş Savaşımızla birlikte bir Anadolu’ya yöneliş başladı bizde. Vatanı ve İstanbul’u kurtarmak Anadolu’yu ayağa kaldırmakla mümkündü.
Biliyor musunuz, sanıldığı gibi Anadolu insanı “Samsun’dan Doğan Güneş”i beklemiyordu.
Doğu illeri bu bölgenin Ermenilere verileceği telaşıyla “Ne yapacağız? ” diye bir “bölgesel kurtuluş çaresi” araştırıyordu Erzurum’da…
Anadolu, hiç işgal yüzü görmemişti ve işgalci bir ordunun neler yapabileceğini bilmiyordu.
İzmir’in işgali, İstanbul’un işgali halkı sarstı. Kötü muamele uyandırdı toplumu.
Balkan işgalinden kaçıp kurtulanlar işgal ordusunun vahşetini bildiklerinden son vatan parçasını da kaybetmemek için İzmir’e koştular.
Mustafa Kemal ise Anadolu içlerine… Anadolu uyandırılmalıydı…İstanbul aydınları, “Anadolu” denince “şırıl şırıl dereler, yemyeşil çayırlar, pehlivan yapılı delikanlılar, çeşme başlarında güzel köylü kızları…” düşünürlerdi.
Anadolu’yu tanımazdı pek kimse. Milli mücadele için Anadolu’ya geçince şaşırdılar.
Anadolu, virandı. Yakup Kadri’nin ünlü romanı “Yaban” bu hayal kırıklığının ibretli belgesidir.
Anadolu insanı ağaların, şeyhlerin, yoksulluğun ve cehaletin elinde zebun düşmüştü.
Cumhuriyet’in en büyük hedefi köyü ve köylüyü yükseltmek, zenginleştirmek, eğitmek ve onurlandırmak oldu.
Atatürk’ün “Köylü milletin efendisidir.” sözü, o zaman için tek üretici güç olan bu insanları hak ettikleri saygı ve ilgiyi görmeleri için bütün devlet kademelerine verilmiş bir direktifti.
Üstelik vatanı bu yoksul ve mazlum insanların ayağa kalkışı kurtarmıştı. Bir “köye yöneliş hareketi” başlamış oldu.
Orda bir köy var, uzakta
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
Bu şiirler, bu şarkılar bize hiç tanımadığımız köylerde yaşayan kardeşlerimiz olduğunu hatırlatıyordu.
Orda bir ev var, uzakta
O ev bizim evimizdir.
Yatmasak da, kalkmasak da
O ev bizim evimizdir.
Orda bir ev varsa, bacası tütüyorsa… Hani İstiklal Marşımız diyordu ya: “ Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak! ” İşte o ocak, bu ocaktı… Ekmek kadar aziz, su gibi aydın…
Orda bir ses var, uzakta
O ses bizim sesimizdir.
Duymasak da, tınmasak da
O ses bizim sesimizdir.Orda uzaklarda bir yerde bir davul çalar, bizim düğünümüzdür. Bir çoban yanık bir türkü söyler, bizim sesimizdir. Bir çocuk ağlar, bizim acımızdır…
Sağlığında anamdan dinlemiştim: “Beş-yedi yaşlarındayken bir dut ağacının üstünde iki arkadaş sohbet ediyorduk, dedi.
Aşağıda yaşlı bir Fadime Teyze vardı, bir hasırın üstünde yatıyordu. Hastaydı her halde, inliyordu. ‘Uuuuyy! Uuuuyyy! Her yanlarım ağrıyoorr! Hükümet ne bilsin benim buralarda öldüğümü! ’ dermiş.
1935-37’lerde genç Cumhuriyet’in bir köylü kadınına verdiği güvene bakın!
Orda bir dağ var, uzakta
O dağ bizim dağımızdır.
İnmesek de, çıkmasak da
O dağ bizim dağımızdır.
Orda, uzaklarda dağlar var, ormanlar var, madenler var…
bütün bunlar bizim!
Bu aziz yurt, bizim!
Babalarımızın dedelerimizin armağanıdır. Gitmesek de bir gün, ilk fırsatta gideriz. Oraları şenlendiririz.
Bu duygu bize Köy Enstitülerini kurdurdu. Her köye bir öğretmen gönderdik yine köy çocuklarından. Halaylar çekilir oldu köylerde, Cumhuriyet Bayramları kutlandı neşeyle, huzurla…
Orda bir yol var, uzakta
O yol bizim yolumuzdur.
Dönmesek de, varmasak da
O yol bizim yolumuzdur.
Köy Enstitülerinden, Öğretmen okullarından mezun olan ağabeylerimiz, ablalarımıza tayin edilmek üzere üç il adı yazmaları istenirdi.
Her yerde öğretmen açığı vardı.
Onlar “Türk bayrağının dalgalandığı her yerde göreve hazırım.” yazarlardı göreve başlama dilekçelerinde…
Şubat ya da yaz tatillerinde geldiklerinde Ağrı-Patnos ve Hakkari-Yüksekova hikayeleri dinlerdik onlardan gözlerimiz ışıl ışıl, oralara öğretmen olarak gideceğimiz günlerin hayallerini kurarak…Evet,
Orda bir yol var, uzakta
O yol bizim yolumuzdur.
O yol, birliğin, kardeşliğin, millet olmanın; sevinçlerde ve kederlerde aynı duyguları yaşamanın yoludur.
Kalkınmanın, zenginleşmenin, Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmanın, Bilgi toplumu olmanın yolu, Atatürk’ün ışıklı yoludur.
Sedat DEMİRKAYA
Kayıt Tarihi : 1.9.2008 20:34:00

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar, takım elbise ve açık hava

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

1924 Erzurum Depremi ve ATATÜRK

1 EKİM 1924 - ATATÜRK'ün, Erzurum'da "Depremden Zarar Görenlere Yardım Komisyonu"nun çalışmalarını denetlemesi ve fe...