15 Ağustos 2019 Perşembe

Cüneyt ARKIN dan kızına mektup

Canım yavrum Filiz’im. Sana bunları yazmamın bir sebebi var. Bugün 10 Mart 1968, Kurban Bayramı’nın birinci günü. Bugün yine annen seni bana göstermedi. Telefonları yüzüme kapıyor, mektuplarımı okumuyor.

cuneyt arkinin kizina yazdigi mektup ile ilgili görsel sonucu

Senden ayrılalı iki ay oldu. Seni bin yıl görmemiş gibi özledim. Artık tatlı yüzün, yavaş yavaş hafızamdan siliniyor, göğsüme dokunan o küçücük elinin sıcaklığı azaldı. Günlerdir cehennemin dibindeymiş gibi acılar içindeyim. Nedense bayram insanları daha hassas yapıyor. Akşama kadar sokakta balon uçuran çocukların çığlıklarına kulaklarımı tıkadım. Bin kere adını fısıldadım, bin kere Allah’a dua ettim seni bana göstersin diye. Korkular içinde sana geldim. Bana kapıyı açmayacaklarını bile bile…

cuneyt arkinin kizina yazdigi mektup ile ilgili görsel sonucu

Eve karı-koca iki dostumu gönderdim. Ben de köşede bekledim. Kadın hamileydi. Yüzü çilli, şefkatli bir çocuk beklemenin mutluluğu içindeydi. Ama benim kadar korku içindeydiler, benim kadar üzgündüler.
Teyzelerin onları kovmuş, annen, seni pencereden olsun görmeme razı olmamış. Sen teyzenin kucağındaymışsın, mavi dantelli bir elbisen varmış, tatlı tatlı gülüyormuşsun, yaramazlık yapıp utanıyor, sonra başını saklıyormuşsun.

Çocuğum, bir babadan çocuğunu hangi kuvvet ayırır, buna hangi yürek razı olur? Hangi kötülük böyle bir sevgiyi yener. Bütün duygularım ölmüş gibiydi dönerken. Dünyanın bütün kurşunları yüreğime sıkılmış gibiydim.
Bir annenin katılığını, duygusuzluğunu, gaddarlığını neyle izah edecektik? Yanımdakilerin gözlerinde bir acı izah vardı.
Denize yaklaşmıştık, deniz kapkaraydı. Arabayı durdurdum, her şey kararmıştı, onlara bakamıyordum, hiçbir kimseye, hiçbir tarafa bakamıyordum. O akşam yatakta, bir zamanlar beni ölecek kadar seven annenin şimdi neden düşmanım olduğunu, bu kötü duygunun doğuşundaki rolümüzün derecesini uzun uzun düşündüm. Ve, küçücük hayatını yaralayan bizleri eşit suçlaman için sana her şeyi anlatmaya karar verdim. Çünkü gün gelecek annen ve benim hakkımda binlerce şey duyacak, okuyacaksın. Ve hep bunları başkaları yapacak ve sen hakkımızda bunlara göre karar vereceksin.

cuneyt arkinin kizina yazdigi mektup ile ilgili görsel sonucu

En baştan başlayacağım. Annenle elleri kitap dolu, zayıf, elmacık kemikleri çıkık, uzun saçlı, yeşil gözlü bir delikanlı iken tanıştım. Sevgi arıyordum. Anneni buldum, incecik bir yüzü, ufak benekli iri gözleri vardı. Bana her şeyini verdi. Onunla güzeldim.
Toprağımdı, güneşimdi, su üzerinde kayan bir çiçek gibi yürürdü yanımda. Eskişehir’de hastalarımı, acımı, kötü yemeğimi paylaştı.

Ah çocuğum! Dünya onun sevgili yüzü için yaratılmıştı sanki. Sonra garip bir tesadüf oldu. Eskişehir’e gelen bir film ekibiyle tanıştım. Annenin ve benim Sağlık Bakanlığı’na 80 bin lira borcumuz vardı. Yaşadığım hayatı umutsuzluğa götüren, beni korkutan, erkek olarak üzen bir sorumluluktu bu borç. O zaman bu umutsuzluk önünde kendimi ortaya koymam gerektiğini düşündüm. Annenle karar verdik. Bir yıl mücadele ettim. Annen, kendi ailesine, hatta benim aileme karşı beni korudu, beni yüceltti. Parasızdım. Dedenin evinde kalıyorduk. Bana karşı son derece kibardılar. Ama utanıyordum. Leyla Sayar, Halit Refiğ ve Recep Ekicigil bana yardım etmeye çalışıyorlardı.

Duru Film’e küçük bir rol için günlerce gidip geldim. Resimlerimi çekmek istediler. Beni birisinin önüne katıp Taksim Parkı’na gönderdiler. Artık ona tabi olmuştum. İki yıl doktorluk yapan insan için delice bir acıydı bu. Ne yapacağımı bilmiyordum.

Odama girerken ceketini ilikleyen 50 yaşındaki hastalarımı düşünüyor, bana gösterdikleri saygıdan utanıyordum. Eve gelip eşyalarımı topladım, annene Anadolu’ya gideceğimi söyledim. Bana karşı koydu, «Başarmalısın, başaracaksın» dedi. Tekrar çileli günler başladı. Annen tek gücüm, tek dayanağımdı. İlk filmime başladığım zaman içim bomboştu. Subay trençkotum eskimiş, ayakkabılarım su alıyordu. Günlerimi bir sandviçle geçiriyordum. Annen hem operada çalışmak, hem okula gitmek zorunda kaldı, içkiye alıştığım, doymamacasına içtiğim günlerdi. Dünya bana haksızlık etmişti.

cuneyt arkinin kizina yazdigi mektup ile ilgili görsel sonucu

Yağmurlu bir gündü, ince trençkotumun altında üşüyordum. Ayaklarım sırılsıklam olmuştu. Evden kahvaltısız çıktığım için midem acayip bir şekilde kaynıyordu. Paramı saydım, ancak yola yetecekti.

Taksim’e geldiğimde fırın taze ekmek çıkarıyordu. Bir ekmek aldım ve onu yedim.
Bir gece sabaha karşı annen ağlıyordu. Gözyaşlarına dokundum, sustum. Annen benden şüphelenmişti. Hangi davranışım, hangi sözüm onda bu şüpheyi uyandırmıştı. Ya da kimler ona tesir ediyordu? Bunda ne dereceye kadar haklıydı, ya da ben suçluydum. Sana bir örnek vereyim. Şu kötü günler içinde hakkımda birçok dedikodu çıktı, işte bunlardan üçü:
– «Ayrılır ayrılmaz Zeynep Aksu ile evlenecekmişim.»
– «Selda Alkor ile Bursa’da maceralarımız olmuş.»
– «Evli bir kadınla ilişkilerim varmış.»

İnsanlar başkalarının hayatlarıyla oynamaya, onların mutluluğunu yıkmaya bayılırlar. Benim yüreğimin dünyada bundan daha fazla iğrendiği başka şey yoktur.

Annenin son iki yıldır bana gösterdiği korkunç sahnelerde kendisinden çok teyzen Gül’ün ve çevresinin payı vardır.
Sonra iki yıl içinde başarılarım, şöhretim, param oldu, imkânlarım genişledi. Annende de buna paralel olarak dedikoduların, kıskançlığın etkisinde kalmanın tesiriyle bir yabancılaşma başladı. Benimle bir yere gitmekten rahatsız oluyor, sokağa çıkmaktan korkuyordu.

Beni böylesine yıkan, insan dışı bir çalışmaya iten hırsı anlayamıyordu. Bense yorgundum, bin yıl uyuyacak kadar her şeyden usanmıştım. Bütün bunları annene anlatamıyordum.
cuneyt arkinin kizina yazdigi mektup ile ilgili görsel sonucu

Dört bir yandan kuşatılmıştı. Çevresi, arkadaşları, kardeşi, gazeteler ve sokaklar. Bense korkunç bir savaş içindeydim. Herkes beni yok etmeye hazır bekliyordu. Kovalanan bir hayvan gibi her an tetikteydim. Ve bu çılgın çalışma içinde yalnızdım, hiç kimse kalmamıştı çevremde. Yorgunluktan deli gibi bir şey olmuştum. Bu savaşın içinde annenin yüreğini göremiyordum. Ona fırsat veremiyordum. Hayvanca bencil, yorgun ve gururlu bir erkek rolündeydim. Evet, annenin öç almak isteyen dişi haline gelmesine ben sebep olmuştum.
Şimdi onu suçlayayım mı?
Yok çocuğum!
Anneni beni mahkemeye verdiği için, seni bana pencereden bile olsun göstermediği için suçlayanlara karşıyım. Onu benim kadar kimse anlayamaz. Mahkeme haberlerinde çıkan resimlerindeki şaşkın, biraz öç almışlığın rahat tebessümündeki acıyı yine ancak ben çözebilirim.

Çocuğum bunlar bizim yazımız, kaderimiz. Ama annen bir elini uzatsa kurtulacaktım. Evet, yavrum acı çekiyordum ve yalnızdım. Annenin bende güç bildiği, kıskandığı her şey, şöhretim ve param beni bu dünyada yalnız bırakmıştı.
Çünkü suçlarımda, zaaflarımda samimi idim. Suçluydum, ama sahte değil, içten pazarlıklı değil, cimri değil.
Annenle aramızda büyük bir ayrılık da Türk sinemasını asla önemsememesinden ileri geliyordu. Ona göre yaptığım bütün iş basit, aşağılayıcı bir şeydi. Teyzelerin de aynı şeyi düşünüyorlardı. Bu konuda her an beni üzmekten zevk alıyorlardı.
Yavrum, bir erkeğin işi hayatının en mühim kısmıdır. Gün gelecek sen de anlayacaksın bunu.
Görüyorsun yavrum, anneni kazanmak işimi, işimi kazanmak anneni kaybettiriyordu bana. Yapayalnızdım, yine de anneni delice seviyor ve dayanıyordum.
Annen dışarıda görev almak istiyordu. Kırklareli’ne tayini çıktı. «Kendime güvenim gelir, oyalanırım» diyordu. Doğru söylemediğini biliyordum, gitmek istemiyordu ama, «Gitmem gerek» diye dayatıyordu.

cuneyt arkinin kizina yazdigi mektup ile ilgili görsel sonucu

Neden gittiğini, neden gitmek istediğini kesin olarak bilmiyordum. Neden razı olduğumu da… Ama o günler ölümüme bile razı olacak kadar bezgindim. Tükenmiştim.
Yokluğunun acısını iki gün sonra duydum, ama artık çok geçti. «Bana dön» diye yalvarmam lazımdı, ama yapamadım bunu.
Elimin kolumun neden zincirlendiğini, utanç ve azap içinde ona yazdığım güzel mektupları neden yırttığımı, Kırklareli’ne gidemeyip belki bin kere yoldan neden geri döndüğümü yalnız annen ve teyzen biliyor. Ve ileride sen de bileceksin. Ve anneni asla affetmeyeceksin.
Anneni oraya göndermekle bir erkek, bir koca olarak sorumsuz, hatta suçlu davranmıştım. Bu suç güzel hatıralar, ölüm, aşk ve şeref için oldu. Çünkü annenin yaptığını yapmaktansa ölmek daha iyiydi. Buraya kadar ben suçluyum. Bunu kabul etmiş, tam bir yıl annene ve asla affetmeyeceğim teyzene taviz vermiştim.

Onların bana için için gülmesini bilerek karşılarında gözyaşları dökmüş, ağlama yiğitliğini göstermiştim. Yine de suçlu benim. Bir kadının suçlarını ve faziletlerini kocası yaratır.
Annen aşkımızın eserlerini yıkmayı, benimle savaşıp beni rezil etmeyi artık görev bilmişti. Bense hala birleşmemizi ve kötü bahtımıza karşı beraberce karşı koymamızı teklif ediyordum. Çünkü annenin nasıl büyük aşk, bağışlama, verme, toprak kadar sabır, tevekkül ve inanç olduğunu yalnız ben biliyorum. Sanki o benimle doğdu, benimle ölecek.
Ah çocuğum!
Annenin benim yanımdan başka bir yerde mutlu olabileceğini bilsem… Buna inanabilsem… Filiz’im. Bugüne kadar sevgime bağlı kalmak için her şeye katlandım. Bir yerde artık annene de karşı çıkmak zorundayım. Bunca haksızlığa layık olmadığımı ispat etmek istiyorum.

Nedir bu iğrençlikler, sessizce sevmek ve bağışlamak varken. Ben suçlarımı ve onun suçlarını bilerek geleceğe güvenle, erkekçe, dostça, arkadaşça, insanca, yiğitçe bakarak yalnız onu seviyorum.
Yalnız onun yarattığı ve yapayalnız bırakmak istediği sevgiyi kurtarmaya çalışıyorum. O ise sevgiye bağlı kalmayı küçük gördü ve şimdi benden daha yalnız.
Artık ona «Allahaısmarladık» diyebilirim.
Baban Cüneyt Arkın, 

cuneyt arkinin kizi ile ilgili görsel sonucu


Kaynak
Ses Dergisi 6 Nisan 1968

5 Ağustos 2019 Pazartesi

Tahtalı Köy

Tokatta Ev-Bark şeklinde yapılmış mezar sanduka. Orta Asya ölü gömme geleneğinin devamıdır.
Türkçedeki “ev-bark” terimi aynı zamanda mezar anıtı anlamına da gelir ve Göktürk Kağanlarının ruhlarının ikametgahı olarak görülür.
Bark, ulu kişilerin yattıkları ve ziyaret konusu olan türbeleri de ifade eder. Derme çatma, ağaçtan yapılan ev anlamı da verir.
Türkçe "Tahtalı Köy" tabiri ev şekline benzeyen tahta mezarlıklar için söylenir.

Nepotizm Hastalığı ...

Nepotizm, bütün dünyada eleştirilen ama bir türlü vazgeçilemeyen bir hastalıktır.
“Nepot”un karşılığı “yeğen”dir.
Siyasetteki “Nepotizm” kavramının kaynağı ise Orta Çağ'dadır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethettikten 18 yıl sonra Papa seçilen 4. Sixtus'un tayin ettiği 34 kardinalden altısı yeğeniydi. 1503-1513 yılları arasında papalık yapan 2. Julius, 4. Sixtus'un yeğenlerinden biriydi.
Papa 4. Sixtus'un başlattığı “kardinal yeğen” kavramı papalık tarihinde yaklaşık 400 yıl sürdü.
Vatikan, 19. Yüzyıl'da büyük tartışmaların ardından kurtulduğu nepotizmi bölgemize ihraç etmeyi başardı.
Eş dost akraba kayırmacılığı, yani yeğencilik, Orta Doğu'da en geçerli ve yaygın yöntemlerden biri haline geldi...

İnsanların ölmemesi için kendini öldürdü...

1874 yılında İtalya’nın Bologna şehrinde doğdu. Babası İtalyan, annesi İrlandalıydı. Ailesi zengindi. O da bütün büyük mucitler gibi, küçük yaşta aletlerle oynamaya hevesliydi. Annesinin Londra’da da bir evi vardı. Sık sık İngiltere’ye gider, orada yaşardı. Öğreniminin önemli kısmını İngiliz okullarında yaptı.
24 yaşındayken endüksiyon bobininin bir ucunu anten teline, diğer ucunu da bir toprak teline bağlayarak ilk telsizi bulmuştu. İtalyan hükümetine başvurdu ama ciddiye alınmadı. 
O da aldı makinesini İngiltere’ye gitti. İngilizler havada kaptı. Hemen dünya basınını harekete geçirdiler. İtalya pişmandı. Özür diledi, geri çağırdı ama iş işten geçmişti.

Radyonun mucidi Marconi’den bahsediyorum.
İngiltere’de “Marconi Telsiz Telgraf Şirketi” kuruldu. 1898 yılında Manş Denizi’nin öbür yakasına telsiz haberi göndermeye, sonra da yüksek anten direkleri kurarak, okyanuslar arası haberleşmeyi başladılar.
Marconi artık dünyaca tanınan bir mucitti. 1909 yılında Nobeli aldı.
Uzaya sinyaller gönderdiğini, uzaydan sinyaller aldığını dillendirmeye başlamıştı. Dünya bu bilgiye henüz hazır değildi. Bir kişi hariç…
1937 yılında İtalya’da Mussolini’nin liderliğinde, Kara Gömlekliler iktidar olmuş ve eski Roma imparatorluğunu yeniden yaşama geçirme hevesine kapılmıştı. Marconi’nin bazı evren sırlarına sahip olduğunu bildiğinden ondan ısrarla, dünyaya meydan okuyacağı güçte buluşlar yapmasını istiyordu. Marconi bazı tasarımları olduğunu, bunun ise uzun zaman ve deneylerle mümkün olacağını söylüyordu. Mussolini’nin devamlı ısrarları ile bir aletin yapımına girişti.
Aylar sonra, bir manyetik alan dondurucu cihazı meydana getirdi. Yardımcıları cihaza “Ölüm Işını” adını vermişlerdi. Henüz kesin deneyleri yapılmadan, Afrika’da, Libya ve Habeşistan’ın istilasını tamamlayan Mussolini bu gizemli cihazla bir an evvel, dünyayı tehdit etmek istiyordu.
Alelacele, bir deney yapıldı. Marconi ve yardımcıları, bulundukları yerden, üzerlerine doğru hareket halinde bulunan 10’a yakın tank ve arkasından gelen askerlere karşı cihazı çalıştırdılar. Manyetik dalgalar, tank ve askerleri bloke etti. Tankların motorları birden durmuş, askerlerse yürüyemez hale gelmişti. Marconi ve yardımcıları derhal cihazı durdurdular. Arkalarında tatbikatı izleyen Mussolini ve yandaşları ise çılgınca alkışlıyordu.
Deney başarılıydı ama hesapta olmayan bazı esrarengiz olaylar bundan sonra başladı. Ertesi günü tatbikata katılan askerler arasında “manyetik donma” denilen olay meydana gelmeye başladı. Tedavisi bilinmiyordu; ölüm olayları sıklaşmıştı. İntihar edenler oldu.
Marconi manen yıkılmıştı. Karamsarlık içinde Papa’yı ziyarete gitti. 90 Yaşındaki Papa’yla uzun uzun konuştular. Ama bu konuşma hiçbir zaman açıklanmadı.
Marconi geri döndü; ilk işi cihazı bozup onunla ilgili bütün belgeleri yakmak oldu. Ölüm makinesinden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Tanrının huzuruna rahatlıkla gidebilirdi artık.
Ertesi günü Marconi’nin, evinde intihar ettiği öğrenildi. Resmi kayıtlara Kalp krizinden öldü şeklinde geçildi .
Şanına uygun bir törenle gömüldü. Papa arkasından şöyle diyordu:
-“Tanrının sırlarına vakıf oldu. İnsanların yücelmesi için yaşadı. İnsanların ölmemesi için öldü...
Kaynak İfral Turgut
Evren ve İnsan

1924 Erzurum Depremi ve ATATÜRK

1 EKİM 1924 - ATATÜRK'ün, Erzurum'da "Depremden Zarar Görenlere Yardım Komisyonu"nun çalışmalarını denetlemesi ve fe...