Gerçeklik ilkesi tamamen zihinde oluşan, düşünsel bir süreçtir. Bu algıya
göre amaç, umut, geleceğe yönelik düşler şekillendirilir.
Eğer gerçeğin ne olduğu konusundaki algı bir nedenle sakatlanmışsa bireyin
artık sağlıklı bir gerçeklik algısı oluşturabilmesi mümkün görünmemektedir.
Bu ilke insanların gündelik yaşamlarını oturttukları önemli bir temeldir
aynı zamanda. Dolayısıyla sosyal, ekonomik, toplumsal gelişmelerin sağlıklı
yürüyebilmesi için gerekli görülmektedir.
Baudrillard, gerçeklik ilkesi kavramını biraz ideoloji kavramına da
benzetmektedir. Gerçeklik ilkesi ve ideoloji kavramları, bireylerin tercihleri
üzerinde etkili olan, yapıp etme ya da seçip seçmeme noktasında karar veriş
süreci üzerinde söz sahibi sayabileceğimiz kavramlardır.
Gerçeğin ne olduğu konusunda yanıltılan ya da gerçeklik algısı saptırılan
bireyler, artık tercihlerini gerçek olmayan fakat gerçekmiş gibi onun yerini
alan şey’ler üzerinden yapmaktadırlar.
Tam bu noktada Baudrillard’ın simülasyon kuramının önemli kavramlarından birisi olan simülakr
kavramı karşımıza çıkar.
Baudrillard bahsi geçen; gerçek olmayan fakat bir gerçeklik olarak
algılanmak isteyen görünümleri, simülakr olarak tanımlamaktadır.
Baudrillard’a göre 1960’lardan sonra gerçeklik algısı tamamen değişmiştir.
Birey, simülakrların oluşturduğu simülasyon evreninde, akıl ötesi
hipergerçeklik ortamında yaşamını sürdürürken düşünsel, zihinsel belirlenim
süreçlerinin ortaya koyduğu ekonomik, politik ve sosyal simülakrlar arasında
artık sağlıklı olarak düşünce üretilemez hale gelmiştir.
Bu bağlamda en büyük saf simülakrlar da Din ve Politikadır.
O, bu şekilde gerçeklik ilkesinin sakatlandığı bir ortamda, sistemin kendi
kendisinin sorununu çözmek için hiçbir alternatif yaratamayacağı görüşünü
savunmaktadır.
Eğer “sistemin kendi kendisinin gerçeklik ilkesi kaymış ise, aynı
sistemin kendi terimlerini, kavramlarını ve ilkelerini kullanarak herhangi bir
çözüm sunma şansı da kalmamıştır” görüşünü savunmaktadır.
Bu bağlamda artık Marksist, kapitalist, liberalist ya da neoliberalist, vb…
görüş sahibi olmanın da hiçbir anlamı kalmamıştır.
Ortak tek bir ideoloji vardır, o da tüketmekten ibarettir.
Gerçeklik algısının kaybolduğu, tamamen sanal olarak nitelendirilebilecek
bir evrende yaşamakta olduğumuz günümüzde - yine Baudrillard’ın kavramları ile
söylersek “meta mantığı” (nesnelerin alınıp satıldığı ya da değiş tokuş
edildiği)’nın hâkim olduğu bir zamanda - amaç yalnızca tüketmek olarak
belirlenmiştir.
Bu tüketimi arttırmak ve yeniden yeniden tüketimi sağlamak içinde her yol mubah
görülmektedir.
Simülasyon ortamlarını yaratan televizyonlar, reklâmlar, sanat, üretim
nesneleri, ekonomi, politika, eğlence sektörü, sinema sektörü vb... alanların
tümü, tüketimi arttırma amacına hizmet etmektedirler.
Düşsel olan ile gerçek olanın artık tamamen birbirine karıştığı patafizik
bir evrende, toplumların yaşamlarını belirleyici yegane süreç tüketim ve onun
organize edildiği ekonomik unsurlardır.
İnsanoğlu’nun yaşama dair sahip olduğu her şey bir tek formüle indirgenmiş
durumdadır. Bu formül Gereksinim + Doyum = Evren formülüdür. Sistem, bireylerde
doğal olmayan yöntemlerle simülakrları kullanarak yarattığı simülasyon
ortamlarında, özünde gerekmeyen gereksinimler yaratmakta ve birey doyum
sağlamak güdüsü ile tüketime zorlanmaktadır.
Öyleki; evrende varoluşun tek nedeni bu güdülerin tatmin edilmesine
endekslenmek istenmektedir.
Bireyde bu hissi yaratmak ve tükettirmek için savaşlar çıkartmak,
suikastler tertiplemek, sanal terör ortamları yaratarak onlarla mücadele etmek
dâhil her türlü yöntemin kullanılması da serbesttir.
Tıpkı Johnson, Nixon ve Ford örneklerinde olduğu gibi. Sistem için sadece,
savaş çıkartmak tükettirmek (savunma sanayi için askeri malzeme satmak)
ve yine çıkan savaşta yaralananları iyileştirmek için tükettirmek (tıbbi
yardım malzemesi, ilaç vb. satmak) esastır.
Doğanın ya da insanların gördüğü zarar sistemin umurunda değildir. Kaldı
ki; Baudrillard’a göre ne savaş savaş, nede terör terör olabilir.
Bunlar olsa olsa gerçeğinin yerini alan savaş ve terör simülakrları
olabilirler. Bu sarmal döngüsel düzen içerisinde sistem herhangi bir soruna
çözüm üretmek ya da açıklama getirmek derdinde değildir.
Aynı anda ortaya çıkan birçok kavram (eş anlamlı ya da zıt anlamlı), bir
yandan kavram kirliliği yaratırken diğer yandan birçok şey söylüyormuş gibi
görünüp aslında hiçbir şey söylememektedir.
Televizyon ekranlarında yapılan bunca konuşma, açık oturum, tartışma
programları vb. tam da bu görevi yerine getiren birer demokrasi
simülakrlarıdır.
Tüm bunlar, gerçeklik algısının kaybolduğu bir evrende, gerçek olandan daha
gerçekçi bir hipergerçeklik yaratmaktadır.
Herkes hakça fikrini söylüyor gibi görünmektedir, fakat sahnede mobiyüs
şeridi metaforunu andıran bir çözümsüzlük, sonuçsuzluk oyunu oynanmaktadır.
Üret – Erit formülü
ile süreç işletilmekte ve bu formül sürekli tekrarlanarak yeniden üret,
yeniden erit denilmektedir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder