Birey, sosyal ve bireysel yaşamı içerisinde neyi tanımlar ya da neyi ifade
eder? İstekler, arzular konusunda felsefi olarak őzellikle Uzakdoğu
felsefesinde düşünceler üretilmiştir.
Ȍrneğin Budizme gőre istek ve arzular bırakılırsa, acılar sona erdirilebilir.
Barış ve huzura ulaşılabilir. Bunu Budizm, Nirvana’ya ulaşmak olarak
adlandırıyor.
Tatminsiz günümüz bireyi
Kişi, gerçekte yaşamında neyi ister?
Kuşkusuz kişinin kendi sosyal yaşamına yőnelik çeşitli arzuları, istekleri
vardır, ancak bu arzular ve istekler, gerçekte kendi arzu ve istekleri midir,
yoksa sistemin ona dayattığı istek ve arzular mıdır?
Bugün insanlar cep telefonlarını değiştirince mutlu olabiliyorlar, ya da
mutlu oldukları yanılsamasını yaşıyorlar.
Günümüz dünyasında birey, kapitalist sistem tarafından yőnlendirilmekte,
gerçekte ne istediğini bilmemekte ve hiçbir şeyden tatmin olmamaktadır.
En çok nesneye sahip olduğunda, en az mutlu olmaktadır. Sahip oldukça,
tükettikçe aslında kendisini de tükettiğinin farkında bile olamayacak kadar
kendisine yabancılaşmıştır.
Tüketim kültürü, bireyin istek ve arzularını da kendi iradesi dışında
yőnlendirmektedir.
Sistem, bireyde, çeşitli araçları kullanarak bir tüketme isteği, arzusu
oluşturur. Tüketme kültürü günümüzde kapitalizmin geldiği nokta itibarıyla
sınırsız derece de artmıştır. Bu tūketim kapitalizminin oluşturduǧu bir
kūltūrdūr.
Ȍrneğin bazı insanlar tanıyorum, dizüstü bilgisayarı sorunsuz çalıştığı
halde, bir markanın son model ürününü satın alıyorlar.
Aslında yeni bilgisayara ihtiyaçları yok bu kişilerin. Ya da yine cep
telefonları sorunsuz çalıştığı halde, yine son model bir cep telefonu satın
alıyorlar.
İşte bu tüketim kültürü, kapitalizmin bireye verdiği ve onda oluşturduğu
bir yanılsamadır; sahte istek ve arzuları kamçılayarak onu tüketmeye, yeniden
tüketmeye yőnlendirir.
Yani aslında kişinin ihtiyacı olmayan bir meta, onun tarafından satın
alınıyor. Kişi, gerçek ihtiyacı olan şeyler yerine, gerçekte ihtiyacı
olmayanları satın alıyor.
Bőylece kapitalizm de, bir sistem olarak geçerliliğini sürdürüyor.
Meta fetişizmi
Kapitalist dünyada kişi, bir ürüne sahip olmaktan tatmin olamıyor; aslında
o ürün işini gőrüyor ve değiştirmesine gerek yok;
Ancak tüketim kapitalizminin onda oluşturduğu “yeni ihtiyaç yanılsaması”
ile aynı ürünün son modeline sahip olmayı istiyor.
Bu da Marx’ın őzellikle “Kapital”de dile getirdiği gibi bir meta
fetişizmine yol açıyor. Meta fetişizmi sonucu birey, yanılsamalar üzerine
kurulu bir dünyada yaşıyor.
Deyim yerindeyse, kendi yaşamını őz iradeden yoksun yaşıyor, yalnızca onun
bir figüranı oluyor.
Bu durum bir sanal istekler dizisinin kişinin mentalitesinde oluşmasına
neden oluyor. Gerçekte ne istediğini bilmeyen birey, sistemin araçları
sayesinde bu sanal isteklerin, kendi gerçek istekleri olduğunu sanıyor.
Bu yanılsama içerisinde “tüket tüket” psikolojisinin tutsağı oluyor ve
aslında tükettikçe mutsuz oluyor, mutsuz oldukça da tüketiyor.
Marx, bu durumu kapitalist sistem tarafından ortaya koyulan yeni ihtiyaçlar
olarak saptarken, bu durumun yabancılaşmaya yol açtığını ve aslında bu
ihtiyaçların da hiçbir zaman doyuma ulaşmayacağını saptıyor.
Fordizm ve Post Fordizm’de yeni tüketim formları vardır. Ancak Post Fordizm
buna ek olarak tüketmenin akışkanlaştırılması ve tüketimin artırılması için,
bireysel tüketim yer ve zamanlarının sıkıştırılması uygulamalarını da kapsar.
En kőtüsü iki seçenek arasında sıkışmaktır
Ȍte yandan, istemek ve istememek duygusu kişinin içinde aynı anda barınır
gerçekte.
Ȍrneğin uzun süre bir yere gitmeyi planlayan kişi son anda gitmekten
vazgeçmek arzusunu taşır içinde.
İnsan yaşamı, çoğu insan için, bir adım ileri iki adım geriden başka bir
şey değildir őzünde. Bu bir gelgit durumuna benzer, bir dalga gelir seni
gőtürür, diğeri hemen ardından geri getirir; kişi yapma eylemi ile yapmamak
arasında bir çelişkide kalır.
Bireyin istek ve arzuları ile içinde bulunduğu realite, çoğu zaman
őrtüşmez. Bunun sonucu ise sıklıkla yaşadığımız hayal kırıklıklarıdır.
Ȍte yandan birey, istek ve arzularının gerçekleşmesi ile mutlu olacağını
sanır. Ancak istekleri gerçekleşse bile her zaman mutlu olamaz.
En kőtüsü ise belki de iki seçenek arasında sıkışmaktır. Ya adım atacaksın
ya da unutacaksın o şeyi yapmayı istemeyeceksin, düşünmeyeceksin bile. Yoksa
insan şartların tutsağı oluyor ve acı çekiyor. İnsan en çok da kendisini
tanıdığını sandığı anda tőkezliyor aslında; ne yapacağını bilemiyor.
Bu yüzden birçoğumuz kendimiz olmadan bize biçilen rolü oynuyoruz, bir nevi
zaman dolduruyoruz őlene dek.İşte bunun için duyarlı büyük yazarların romanları
hep acıklıdır, trajik olaylarla ve őlümle doludur baştan sona, Dostoyevski
gibi.Kapitalizm ise insanın kendisine yabancılaşmasını sağlıyor ve onun kendi
durumunu algılamasını engelliyor; bir nevi insanı gőrmez ve duymaz yapıyor.
Aslında kapitalizmin insanda yol açtığı yıkım daha boyutlu. Kapitalizm
insana çok seçenek sunuyormuş gibi gőrünüyor, aslında seçenek yok, sana
sunulanı seçmek zorundasın.
Bu da bir yabancılaşma ve yanılsamaya yol açıyor kişide. Kendi kimliğine,
topluma, doğaya ve her şeye yabancılaşma. Bu yabancılaşma, korkunç bir acıya da
yol açıyor kişinin iç dünyasında.
Mücadeleden yoksun bir umut boştur
Sistemin tamamen kontrolünde olan insan yaşamı őzünde acıklı bir tiyatro
oyunu ya da bir filme benziyor.
Tiyatronun sonu ise hep şőyle bitiyor, “son”, “the end” ya da “fim”, őtesi
yok.
Nietzsche,”Umut, kőtülüklerin en kőtüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.” der.
Umut bazen acıdan, őlümden başka bir şey getirmez, ancak umutsuz da
yaşanmaz.
Kapitalist sistemde bir vida kadar işlevi olmayan birey, istek ve arzuları
tatmin etmeye yőnelik eylemde bulunmadan őnce, “kimim ve gerçekte ne istiyorum”
sorusunu sormazsa, yaşamı hayal kırıklıkları ve yanılsama üzerine kurulu
olacaktır.
O, gerçekte kendi yaşamını değil de, sistem tarafından ona sunulan yaşamı,
robotik bir şekilde yasayacaktır.
O zaman insan neyi umut edeceğini iyi bilmeli ve bunun gerçekleşmesi için
mücadele etmeli. Mücadeleden yoksun bir umut boştur ve bir hayalden őteye
uzanmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder