Aslında hikâyesi, benim gençliğimden beri Türkiye’de çok yaşanan bir “yurtdışına gidiş” hikâyesi olarak başlamış.
İzmir’in Alsancak semtinde doğmuş, orta ve liseyi İzmir Amerikan Koleji’nde okumuş. Sonra Amerika’ya gidip Brown Üniversitesi’nden makine mühendisliği diploması almış.
Sonra ihtiraslı her mühendis gibi işletmecilik alanında bir MBA yapmış. Sonra bunları yapanların çoğu gibi Boston ve New York’ta bir yatırımcı şirkette çalışmış.
Sonra da mühendislik ve MBA yapan her ihtiraslı genç gibi onun yolu da dijital vadinin kalbi sayılan Stanford Üniversitesi’ne düşmüş...
Buraya kadar binlerce gencin yaşadığına benzeyen bir yurtdışı hikâyesi.
Ancak o noktadan sonra tesadüflerin, tutkuların, zekânın, işe asılmanın, yaratıcılığın başrolü oynadığı çok farklı bir hikâye başlıyor.
YURT ODASINDA UYKUSUZ BİR GECE ALINAN KARAR
Kaan, Palo Alto’da Stanford’un küçük bir yurt odasına yerleşmesinden üç-dört gün sonra hiç umut etmediği biriyle karşılaşıyor.
İzmir Alsancak’ta geçen çocukluğunda en iyi arkadaşlarından biri olan Onur Kardeşler Palo Alto’da bir yatırımcı şirkette çalışmaktadır.
Karşılaştıkları an hayatları değişir.
Onur, San Francisco’da oturmakta ve her gün çalışmaya Palo Alto’ya gelmektedir.
Ancak karşılaştıkları andan itibaren ikisinin de günlük programı değişir.
Onur’un işi bitince buluşurlar ve geceler boyu sohbet ederler.
Her ikisi de her Palo Alto çocuğu gibi dâhiyane bir fikir bulup, bir startup başarı hikâyesi yazıp para kazanma hayali içindedir. Ama iyi ve çok parlak fikirlerin hepsi tüketilmiştir.
Artık bir Google, bir Facebook icat etmek dönemi geçmiştir.
O zaman akıllarına asıl dâhiyane fikir gelir.
‘Biz dâhiyane olmayan bir fikir bulup onu mükemmelleştirelim’ derler. Tam o sırada önlerinden bir Uber taksi geçmektedir.
Birbirlerine bakarlar ve dâhiyane olmayan fikirden dâhiyane proje ortaya çıkar.
Uber taksilerin üzerine reklam panosu koymak...
Peki bunun neresi dâhiyane...
Amerika’nın her şehrinde yüz binlerce taksinin üzerinde reklam panoları vardır.
Hayır onlar sabit reklam değil, onun yerine dijital ekran koyacaklardır.
Çok basit... Taksilerin üzerindeki reklamlar kâğıda veya pleksiglaslara basılarak yapılmaktadır. Her reklamın yapılması masraflıdır. Üstelik her hafta bunların değiştirilmesi gerekmektedir ve bu da zaman almaktadır. Oysa günde 24 saat çalışan bir taksiyi reklam değiştirmek için kenara çekmek onun kazancından çalmak anlamına gelir.
Dijital ekran ise bir kere takılacak ve ondan sonra reklamlar bir saniyede yüklenecektir.
O gece uyuyamazlar. Sabaha kadar otururlar. Acaba başka birisi bunu akıl etmiş midir diye hep araştırırlar.
İkisi de çok heyecanlıdır.
Ertesi gün Onur’un yaptığı ilk iş, çalıştığı şirkete gidip istifasını vermek olur.
Sonra Palo Alto’ya gelir. Kalacak yeri olmadığı için Kaan’ın yurttaki odasında kalırlar.
Bir ertesi gün ilk iş bir yatırımcı şirkete gidip bu fikre yatırım almak için girişimde bulunurlar.
Ancak ilk bozgunu orada yaşarlar. Gittikleri şirket onları ciddiye almaz.
Bunun üzerine “Önce bir Uber veya Lyft araba bulup anlaşalım” derler.
Ama ondan önce yapmaları gereken bir şey daha olduğunu anlarlar.
Bu ekranlardan bir tane yaptırarak bir arabanın üzenine monte edip göstermeleri gerekmektedir.
Onur atlar İzmir’e gider. Manisa Sanayi Sitesi’nde televizyon üreten şirketlere çalışan küçük atölyeler vardır.
Onlardan birine bir ekran yaptırırlar.
Onur bunu alıp THY’nin beraberinde Palo Alto’ya getirir.
Arabaları yoktur. Bir arkadaşlarının arabasının üzerine monte ederler.
Sonra ikinci aşamaya geçerler.
Ertesi gün Kaan bütün gün boyunca evinden Uber çağırıp biner ve sürücülere bu projeyi anlatır. “Kabul ederseniz ve reklam alırsak bunun yarısını size veririz” derler.
Ancak hiçbir sürücü yanaşmaz.
İşte o gün Uber ve Lyft sürücüleri ile ilgili bir gerçeği öğrenirler.
Bu sürücülerin bir bölümü bu işi part time yapmaktadırlar. O nedenle arabalarının üzerine böyle bir ekran yerleştirilmesini istemezler.
İşte tam o umutsuz günlerde bir arkadaşları onlara altın kadar kıymetli bir bilgi verir.
San Francisco Havalimanı yakınlarında full time çalışan Uber ve Lyft arabaların park yeri vardır. Havalimanı müşterisini orada beklemektedirler.
Oraya giderler ama güvenlik onları sokmaz. Bunun üzerine civardaki bir kafeye gidip akşama kadar beklerler ve hava kararınca arkada bir kapı ararlar. Kapı bulamayınca telin üzerinden atlarlar ve böylece kendileri için bir hazinenin ortasına düşerler.
Kaan, daha önceden bir kartvizit bastırmış ve üzerine şirketin adını yazdırmıştır.
İkisinin üçer bin dolar koyarak kurdukları şirketin adı Fireflay’dır.
Kaan ayrıca kartvizitinin üzerine şunu yazdırmıştır.
“Arabanızın üzerine ekran yerleştirip ayda 300 dolar kazanmak istiyorsanız bizi arayın.”
O gece gidip yatarlar. Sabah kalktıklarında cep telefonlarında binlerce mesaj vardır.
Fireflay o gün uçmaya başlamıştır. İkisi de böyle bir pazar bulunduğunu çok net şekilde görmüşlerdir.
Bir hafta sonra Manisa’daki atölyeler ekran üretmeye başlamıştır. Palo Alto ve San Francisco’da, Los Angeles’ta Uber ve Lyft arabaların üzerinde ilk dijital ekranların üzerinde reklamlar akmaya başlamıştır.
İlk yatırımcılar kapılarını çalmış ve bir anda 21.5 milyon dolarlık bir yatırım almışlardır.
Şimdi artık sıra dünyanın en büyük taksi pazarındadır ve o pazarda iki büyük sürpriz onları beklemektedir.
New York’a giderler. İlk araştırmalarında şunu öğrenirler. New York’taki “Yellow Cab” denilen taksi şirketlerinin üzerindeki reklamların yüzde 75’inin yayın kontratı bir şirketin üzerindedir. Ve bu şirket zordadır.
O şirketi satın alırlar.
Ama pazarlık yaptıkları sırada gelişmekte olan bir işten o şirkete hiç söz etmezler. Çünkü tam o günlerde dünya devi Google Firefly’ı fark etmiş ve ona yatırım yapmak istediğini bildirmiştir.
New York’taki şirketin satın alma işinin bittiği saatlerde Google da bu genç şirkete 30 milyon dolar para yatıracağını bildirmiştir.
Üstelik bu 30 milyon dolardan daha kıymetli bir şey vardır artık ellerinde. Google’ın reklam şirketi aynı zamanda Uber’in yönetimindedir. Böylece artık Uber’in yolları da onlara açılmıştır.
Ama onların kafasında bir tutku vardır.
Türkiye’ye yatırım yapmak. Aldıkları 52 milyon dolar kredinin yarısını Türkiye’ye yatırırlar. İstanbul’da yazılımları da yapan bir ofis açarlar. Şu an orada 75 kişi çalışmaktadır. Ayrıca Ankara’ya bir ofis açılır. Manisa’daki atölyeler tam gaz çalışmaya başlar.
Evet işte bu, İzmir’in Alsancak semtinde başlayan bir çocukluk arkadaşlığından Silicon Vadisi’ne uzanan çok güzel bir başarı hikâyesidir.
İki genç 2009 yılında Amerika’ya gitmişler ve 10 yıl içinde orada bir pazarı fethetmişlerdir.
Ve daha henüz 28 yaşındadırlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder