Eski kuşaklarda sosyal politika,
ulusların ve uluslar içinde de şehirlerinkendi kaderlerini tayin edebilecekleri
inancına dayanıyordu;
Şimdi artık politikayla ekonomi arasında
bir ayrışma görülüyor,diyor Richard Sennett.1David Harvey’in işaret ettiği
gibi, zaman/mekân “sıkışması”yla ivme kazanan hareketin toplam hızı nedeniyle
bazı nesneler ötekilerden daha hızlı hareket ediyor. “Ekonomi” —şeyleri
oldurmak için,ama aym zamanda daha çok para kazanmak ve daha çok şey yapmakiçin
ihtiyaç duyulan para ve öteki kaynaklar demek olan sermaye hızlı hareket
ediyor; hareketlerini sınırlandırmaya ve yeniden yönlendirmeye çalışabilecek
herhangi bir (her zamanki gibi yurt temelli) yönetimin hep bir adım önünde
olacak kadar hızlı hareket ediyor.Bu durumda, en azından seyahat zamanının
sıfıra indirilmesi yeni bir keyfiyete yol açmaktadır: Bu, mekânsal
kısıtlamaların tümden ortadan kaldırılması ya da daha iyisi, “yerçekiminin
hepten alt edilmesi” keyfiyetidir. Elektronik sinyallerin hızına yakın bir
hızla hareket eden her şey, içinden çıktığı, yöneldiği ya da transit geçtiği
yurdun kısıtlamalarından bilfiil muaftır.
Martin Woollacott yakın tarihli bir çalışmasında bu özgürlüğün sonuçlarını gayet iyi kavrar: İsveç-İsviçre ortaklığı olan Asea Brown Boveri şirketi, Batı Avrupalı işgücünde 57.000 kişilik bir azaltmaya gideceğini, bu arada Asya’da yeni iş alanları yaratacağım duyurdu. Bu duyurunun ardından Electrolux, çoğu Avrupa ve Kuzey Amerika’da olmak üzere, küresel işgücünde %11’lik bir kesintiye gideceğini ilan etti. Pilkington Glass da işgücünde önemli ölçüde kesintiye gideceğini açıkladı. Ü ç Avrupa firmasının on gün içinde işten çıkardığı işçi sayısı, Fransa ve Britanya’daki yeni hükümetlerin istihdam yaratma planlarında sözü geçen rakamlarla kıyaslanabüecek kadarçoktu.Bilindiği gibi Almanya’da beş yılda 1 milyon kişi işini kaybetti. Almanşirkederi ise Doğu Avrupa, Asya ve Latin Amerika’da büyük işletmeler kurmakla meşgul. Eğer Batı Avrupa endüstrisi kitlesel olarak Batı Avrupadışında bir yerde yeniden kuruluyorsa, o zaman işsizlik sorunu konusunda en iyi hükümet politikasının ne olacağına dair bütün tartışmaların anlamlılığının sınırlı olduğunu görmek zorundayız.2 Bir zamanlar bütün ekonomik düşüncenin vazgeçilmez zeminiymi gibi görünen şeyin, — Nationalökonomie’nin [ulusal ekonomi]— muhasebesini yapmak, giderek daha fazla istatistiki bir kurgu halinegeliyor. Yakın tarihli bir Demos broşüründe Vincent Cable’ın işaretettiği gibi, “artık Midland Bank ya da ICL’e (ya da aynı şekilde BritishPetroleum, British Airways, British Gas ya da British Telecom’a)Britanyah demenin ne anlam ifade ettiği açık değil... Sermayeninsabit bir meskeninin olmadığı ve finans akışının ulusal hükümede rin kontrolünü büyük ölçüde aştığı bir dünyada, ekonomik politika kaldıraçlarının çoğu artık işlememektedir.”
3 Ve Alberto Melucci’nin iddiasına göre,
uluslarüstü —yerküresel— örgüderin nüfuzlarının hızla artması “sonucunda, hem
zayıf alanların dışlanması hız kazanmış, hem de çeşidi ulus devletlerin
kontrolünden en azından kısmen çıkarılmış kaynakların tahsisi için yeni
kanallar yaratılmıştır.”4 G. H. von Wright’in deyişiyle, “görünen o ki, ulus devlet
aşınıyor ya da belki ‘sönümleniyor.’ Aşındırıcı güçler ulusaşın." Ulus
devleder muhasebe için hâlâ tek çerçeve ve etkili politik inisiyatifin tek
kaynağı olduğundan, aşındırıcı güçlerin “ulusaşınlığı” ulus devletleri kasıth,
amaçlı ve potansiyel olarak rasyonel olan eylemler alanının dışına koyar.
Böylesi eylemleri adayan her şey gibi böylesi güçler, biçimleri ve eylemleri de
bir giz bulutu içinde silinip gitmiştir; güvendir bir analizin konusu değil,
tahmin konuşudurlar. Von Wright’m ifadesiyle, Ulusaşırı karakteri şekillendiren
güçler büyük ölçüde anonimdir ve bu yüzden kimliklerini saptamak zordur.
Birleşik bir sistem ya da düzen oluşturmazlar. Bu güçler, büyük oranda
“görünmez” aktörler tara&ndan güdümlenen bir sistemler yığınıdır... birlik
halinde [değillerdir], bir amaca yönelik eşgüdümleri de [yoktur]... “ [P]iyasa”
rakip güçlerin bir pazarlık ilişkisi olmaktan çok, güdümlenmiş taleplerin,
yapay olarak yaratılmış ihtiyaçların ve çabuk kâr elde etme arzusunun itiş
çekişidir.
Bütün bunlar, ulus devletlerin süregiden
“sönümlenmesi” sürecini bir doğal felaket bulutuyla kuşatır. Sönümlenmenin
nedenleri tam olarak bilinmez; nedenler bilinse bile sönümlenme önceden tam
olarak tahmin edilemez; ve önceden tahmin edilse bile meydana gelmesi
engellenemez. Aşikâr kontrol kaldıraçlarının bulunmaması durumunda
beklenebilecek bir tepki olan huzursuzluk duygusu, Kenneth Jowitt’in kitabının
başlığında sivri ve keskin bir şekilde tam olarak gözler önüne serilmiştir: The
New World Disorder [Yeni Dünya Düzensizliği], Tüm modem çağ boyunca, düzen,
“kontrolün elimizde olması”dır, fikrine alıştık. En çok özlediğimiz, —ister
iyice temellendirilmiş isterse sırf yanılsama olsun— işte bu zan, yani
“kontrolün elimizde olduğu” zannıdır. Ne yapacağım bilmez ve donakalmış hissetmenin
—yani, Büyük Bölünmenin [Great Schism] aniden sona erişinin ve güç bloklarının
içinde olduğu politik rutinin birdenbire çöküşünün “ertesi sabahı”; “yeni
düzensizlik”i tetikleyen bu çöküşün kendisi de olsa, yaşadığımız şaşkınlığın—
en doğrudan ve açık nedeni olan koşulun açıklanmasıyla “yeni dünya
düzensizliği” giderilemez. Küresel düzensizlik imgesi, daha çok, önceleri
sıkıca kontrol ediliyor ya da “teknik olarak kontrol edilebilir” görünen
şeylerin, esasen temel ve olumsal doğası ile ilgili (blok politikasının aniden
göçmesiyle kolaylaşan, ama ille de onun sonucu olmayan) yeni farkmdahğı
yansıtır.
Komünist blokun çöküşünden önce de
işlerin küresel gidişatının olumsal, aksi ve başına buyruk doğası namevcut
değildi; sadece, dünya güçleri arasındaki dengenin büyük eneıji ve düşünce
kuvveti isteyen günlük yeniden üretimi bunu gözlerden saklıyordu. Güç politikası,
dünyayı bölerek, zihinlerdeki bütünlük imgesini uyandırdı. Yerkürenin her
köşesinin ve bucağının “şeylerin küresel düzeni” içindeki —yani, iki güç kampı
arasındaki çatışma ve titizlikle korunan, ama daima nazik olan denge içindeki—
anlamı tayin edilerek, ortak dünyamız bütün hale getirilmişti. Dünya, böylesi
bir anlamdan kaçabilen hiçbir şey barındırmadığı derecede bir bütünlüktü; ve bu
yüzden, dünyamn dikkate değer bir bölümünü kendine mal eden ve geri kalanını da
bu kendine mal edişin gölgesi altında bırakan iki güç arasındaki denge
açısından hiçbir şey önemsiz olamazdı. Dünyadaki her şeyin bir anlamı vardı ve
bu anlam bir bölünmeden, ama tek merkezden (kıyasıya çekişme içinde birbirine
kilitlenmiş, perçinlenmiş ve yapışmış iki devasa güç bloğundan) çıkıyordu.
Büyük Bölünme’nin yoldan çekilmesiyle, dünya artık bir bütünlük arz etmiyor;
dünya şimdi daha çok, kestirilmesi güç yerlerde peydah olan, kimsenin nasıl
durdurulacağım gerçekten bilmediği ivmeler kazanan dağınık ve oransız güçlerin
bir arenasına benziyor. Özedeyecek olursak: Kontrol artık hiç kimsenin elinde
değilmiş gibi görünüyor. Daha kötüsü, bu koşullarda “kontrolü elde tutma”nın
neye benzeyeceği de açık değil. Eskiden olduğu gibi, bütün düzen sağlama
girişimleri ve eylemleri yerel ve tek tek konulara yönelik; ancak bir bütün
olarak insanlık için sesini yükseltecek ya da sesini yükselttiğinde insanlık
tarafından dinlenecek ve itaat edilecek kadar mağrur bir yerellik yok artık.
Küresel meselelerin bütününü kavrayıp özetleyebilen ve herkesin üzerinde
mutabık olduğu tek bir sorun da yok.
Zygmunt Bauman - Küreselleşme - Syf. 60
/ Ayrıntı Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder