1 Ekim 2019 Salı

1924 Erzurum Depremi ve ATATÜRK


1 EKİM 1924 - ATATÜRK'ün, Erzurum'da "Depremden Zarar Görenlere Yardım Komisyonu"nun çalışmalarını denetlemesi ve felâketzedelere harcanmak üzere gerek kendisi gerekse Lâtife Hanım'ın onar bin lira bağışta bulunması.
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. İbrahim Ethem Atnur, 1924 yılında Erzurum'da yaşanan deprem sonrası afet bölgesine gelen Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Büyük Önder Atatürk'ün yaptığı inceleme ve çalışmalarla ilgili kaleme aldığı ''Reis-i Cumhur'un Doğu İncelemeleri-1924 Erzurum Depremi'' isimli kitabını, AA muhabirine anlattı.
Erzurum ve çevresinde 1924 yılının 13 Mayısında meydana gelen depremin ardından 6 Eylülde de çok daha şiddetli ikinci bir afetin yaşandığını belirten Atnur, ''Erzurum ve ilçelerinde 2. depremde 214 kişi yaşamını yitirmiş, 1119 hayvan telef olmuştur. Ayrıca 3 bin 787 konut tamamen yıkılmış, 2 bin 514 hane ise hasar görmüş'' diye konuştu.
Atatürk'ün 13 Mayıs depremini, yurt gezisinde olduğu Trabzon'da öğrendiğini ve gezisini yarıda keserek Erzurum'a gelmeye karar verdiğini anlatan Atnur, şunları söyledi:
''Trabzon'dan Erzurum'a gelme imkanı bulamayan Mustafa Kemal, zor bir yolculuk sonrası Samsun'a, oradan da afet bölgesine ulaştı. 30 Eylülde halk tarafından coşkuyla karşılanan Atatürk, hemen afetzedelerin yaralarının sarılması için çalışmalara başladı.''
HALKA ÖRNEK OLUYOR
Erzurum'da yer sarsıntılarının devam etmesi nedeniyle vatandaşların korktuğu için evlerine girmediklerine dikkati çeken Atnur, Atatürk'e de kalması için vilayet konağı ve Mevki Kumandanlığı'nda iki yer ayrıldığını ancak çevresindekilerin ''ne olur ne olmaz çadırda kal'' tavsiyesinde bulunduğunu belirterek, ''Atatürk birkaç yeri çatlamış Hükümet Konağı'nda yatmakta ısrar etmiş ve bu halk üzerinde olumlu bir etki yapmıştır'' dedi.
DEPREMİN YAPTIĞI TAHRİBATI GÖRMEK İÇİN
Atatürk'ün depremin yarattığı tahribatı görmek için 2 Ekimde Pasinler ilçesine gittiğini anlatan Atnur, daha sonra Köprüköy, Yağan, Emre, Buğdaylı gibi bölgelerdeki köylerde incelemeler yaptığını ve halkın sorunlarını dinlediğini kaydetti. Mustafa Kemal'in Sarıkamış ve Kars'ta da incelemeler yaptığını anlatan Atnur, daha sonra tekrar Erzurum'a döndüğünü ifade ederek,
şunları söyledi:

''Atatürk deprem bölgesine gelene kadar bazı çalışmalar yapılmış ama bunlar yetersiz kalmıştır. O'nun bölgeye gelmesiyle depremle ilgili çalışmaların boyutu değişti. Savaş yıllarından perişan çıkan Erzurum halkı, depremle iyice sefalete sürüklenmiştir. Atatürk'ün varlığı ve çalışmalarıyla devletin imkanları bölgeye hızlı bir şekilde gelmeye başlamış. Gazi, bölgedeki günlerinde ve Ankara yolculuğunda dahi bütün çalışmaları kontrol altında tutup yönlendirmiş. O'nun varlığının Erzurum insanı için hem mutluluk hem de bir kurtuluş olduğunu görüyoruz.''
ATA DOKTORLARA KIZINCA
Mustafa Kemal'in bölgede tespit ettiği ve yokluğundan dolayı sinirlendiği en önemli eksikliğin doktorsuzluk olduğunu ve bu sorun için Başbakan İsmet İnönü'ye, ''ültimatomu andıran'' bir telgraf gönderdiğine dikkati çeken Atnur, şöyle devam etti: ''Atatürk depremden etkilenen bazı ilçelerde doktorun olmadığını görünce Başbakan İnönü'ye çektiği telgrafta buralara acilen doktor ataması yapılmasını istemiştir. Aslı Başbakanlık arşivlerinde bulunan
5 maddelik telgrafın son maddesi ise çok ilginçtir. Yaptığı incelemeler ve görüşmeler sonrası edindiği bilgilere telgrafında yer veren Atatürk, sivil ve askeri doktorların bölgeye gelmekten kaçınarak, İstanbul'daki sağlık kurumlarında yerleşmeyi tercih ettiklerini, İstanbul haricine tayin çıkanların da memuriyetten istifa ederek görev yerlerine gitmediği anlatan telgrafında,
İstanbul'da bulunan sivil ve askeri doktorların deprem bölgesine tayin edilmesini istemiştir. Atatürk, tayin emrine uymayanlar için de gerekli muamele yapılmasını, yapılacak en hafif işlemin ise vatan hizmetinden kaçtıkları için memuriyet ve mesleklerinden ilişkilerinin kesilmesi olacağını belirtmiştir. Savaş yılları ve deprem felaketinin acılarıyla kıvranan bölgedeki sağlıksızlığı yakından gözleyen Gazi, aslında telgrafındaki sert ifadelerle hükümeti de ihtar etmiş oluyordu.''

Mustafa Kemal sayesinde doktor sorunun da birkaç gün içinde çözüldüğüne işaret eden Atnur, hiç doktor görmeyen bölgelere doktorların atandığı ve görevlerine başladıklarını söyledi.
37 GÜNDE KONUT SORUNU ÇÖZDÜ
Depremde evleri yıkılan, ahırları çöken vatandaşın kurtuluşu için kış öncesi barınma yerlerinin yapılmasının büyük önemi olduğunu kaydeden Atnur, bu sorunun da Cumhurbaşkanı Atatürk'ün çabasıyla çözüldüğünü söyledi. Atatürk'ün afet bölgesinde konut yapımı için aldığı kararların hükümet tarafından gecikmeden uygulamaya konulduğunu kaydeden Atnur,
''Atatürk, konutların yapımı için askeri de görevlendirmiştir. Kısa zamanda düzenli ev ve hayvan barınağı yapmaya imkan yoktur. Zeminlik olarak adlandırılan konutlar ile barakaların yapımına hemen başlanmıştır'' diye konuştu.

Yıkılan köylerini, evlerini terk etmek istemeyenlerin de yapım çalışmalarında görev aldığını kaydeden Atnur, 8 Ekimde başlayan çalışmaların 13 Kasımda tamamlandığını ve bölge insanının barınma sorunun çözüldüğünü söyledi.
Deprem bölgesinde tamamen yıkılan okul binaları ve karakolların yerine de baraka yapıldığını, hasar görenlerin onarıldığını anlatan Atnur, bu çalışmaların da 15 gün gibi kısa sürede tamamlandığına dikkati çekti. Afetzedelerin kısa sürede evlerine kavuşmaktan oldukça mutluluk yaşadıklarını ve bunu Mustafa Kemal'e borçlu oldukları bildiklerini ifade eden Atnur, depremde büyük zarar gören Pasinler ilçesi halkının yapılanlara teşekkür için TBMM'ye telgraf çektiklerini ve bu telgrafta Atatürk'e de duydukları minnetlerini dile getirdiklerini kaydetti.

ATA OLMASAYDI
Atatürk'ün özverili çalışmasıyla deprem bölgesinde halkın tüm yaralarının kısa sürede sarıldığını sözlerine ekleyen Atnur, afetzedeler için yapılan zeminlik ve barakaların halkın normal konutlarından daha güzel olmasının bir başka gerçek olduğu kaydederek, şöyle devam etti:
''Binaların eskisinden daha iyi olduğunu gören halk başka bölgelere gitmekten vazgeçmiştir. Çok kısa bir zamanda ve rekor sayılabilecek bir şekilde inşaatların bitilmesi elbette Atatürk sayesindedir. Atatürk'ün, halkın menfaatleri konusunda tavizsiz ve çelik iradesi bu sonucu doğurmuştur. Atatürk olmasaydı 1924 deprem sonrası yaklaşan kış mevsimi nedeniyle büyük trajediler yaşanırdı. Zorlu bir yolculuk sonrası Erzurum'a ulaşan Atatürk, bir liderin döneminin büyük zorluklarına karşın deprem sonrası ortaya çıkan sorunları büyük özveriyle çözmüş ve aynı zamanda halkla kaynaşmıştır.''

İngiliz Kraliyet Ailesi’ne ait Beagle adlı gemi - Charles Darwin

İngiliz Kraliyet Ailesi’ne ait Beagle adlı gemi, 4 yıl 9 ay sürecek seyrine başladığında tarihin en tanınmış gemilerinden biri olacağı bilinmiyordu kuşkusuz.


Güney Amerika’nın haritasını çizmek, ticaret olanaklarını araştırmak için yola çıkan geminin konukları arasında bir din adamı vardı:
Charles Darwin!
Bu yolculuk aynı zamanda doğa bilimci olan Charles Darwin’in hayatını kökten değiştirecekti.
27 Aralık 1832.---
Beagle inceleme gemisi, 40 bin deniz mili yol yapacak gezi için demir aldı.
Kaptan Fitzroy, Charles Darwin’e "filozof" diye seslendiği için gemi personeli için onun adı "Filos" kaldı! "Filos", Tanrı’nın tahtını sağlamlaştıracak veriler bulmak için bu gemideydi.
Ancak yolculuk onun için zorluklarla başladı; deniz tutmasına zor dayandı. Hassas bir yapısı vardı; Arjantin ve Şili’de ağır hastalıklarla boğuştu.
Fırtınalara, depremlere de tanık oldu.
Yine de geziden büyük keyif aldı.
Önemli jeolojik keşifler yaptı; yüksek tepelerde deniz dibi katmanlarını görüp heyecanlandı. Soyu tükenmiş memeli hayvanların fosillerini buldu.
Darwin yolculuğu sırasında hocası Peder John Henslow’a sürekli mektuplar, fosil örnekleri ve doldurulmuş canlılar gönderdi. Bunlar öğretmeni aracılığıyla İngiliz doğa bilimcilerine aktarıldı. Örnekler İngiltere’de şaşkınlıkla karşılandı.
Kuşkusuz bu belgeler, gözlemler henüz kiliseyi rahatsız etmeyecek türdendi.
Ancak İngiltere’den binlerce kilometre uzaklıktaki Charles Darwin’in içinde fırtınalar kopmaya başladı:
Galapagos Adası’ndaki hayvan türleri, başka gezegenlerin sakini gibiydi! Kuşlar insanlardan korkup kaçmıyorlardı! Ayrıca bu kuşlar, yaşadıkları adalara göre ufak fizyolojik farklılıklar gösteriyordu. Keza kaplumbağalar da öyleydi.
Darwin’in düşünce ve inanç dünyası parçalanıyordu. Biliyordu ki düşünceleri Kutsal Kitap’ın "Yaradılış" bölümüne tamamen aykırıydı.
"Milyonlarca yıl önce başka türler mi yaşıyordu? Evet ise, bu canlılar Tanrı’nın ilk yarattığı gibi değiller mi?"
Geceler boyu Tanrı düşüncesinin yanlış çıkmaması için dua ediyordu.
Diğer yanda kafasındaki sorulara engel olamıyordu:
"Dünyada yaşayan canlılar ilk yaratıldıkları gibi değil mi; bunlar noksansız ve değişmez olarak yaratılmadılar mı; yoksa kalıtım ve çevre koşullarıyla değişime mi uğradılar?"
Böyle anlarda hemen, biyolojik türlerin dağılımını "yaradılış merkezleri" fikriyle açıklayan Charles Lyell’in kitabına sarıldı.
Doğaya yaklaştıkça Tanrı’dan uzaklaştığını hissediyordu.
"Dünya canlılarının iki ayrı yaratıcı tarafından yaratılmış olduğu" gibi ara formüller üretmeye çalışıyordu.
Charles Darwin "doğum sancıları" çekiyordu.
Beagle, İngiltere’ye döndüğünde binlerce insan gemiyi görmeye geldi.
Darwin artık ünlüydü. 1700 sayfa zooloji ve jeoloji notu tutmuş; 4 bin etiketli kemik, post, deri vs. örnekleri toplamış ve 800 sayfa günlük yazmıştı. (Gezi notlarını yıllar içinde üç cilt olarak yayınlayacaktı.)
Cambridge Üniversitesi’ne giderek yolculuğu boyunca topladığı örneklerin tanımlanıp sınıflandırılması üzerinde çalışmaya başladı. Peder Henslow, bitki örneklerini tasnif edip isimlendirmede Darwin’e yardımcı oldu. Hayvan örnekleri için Richard Owen adında bir biyologla tanıştı. Owen, Darwin’in getirdiği fosilleri inceleyerek o güne kadar bilinmeyen pek çok soyu "tükenmiş hayvan türü" diye tanımladı.
Darwin’in korktuğu başına geliyordu.
Sapkınlıkla ve toplumsal düzeni bozmaya çalışmakla suçlanmaktan korkuyordu.
Bu gerilime ve yüksek çalışma temposuna dayanamadı; hastalandı.
Doktorların tavsiyesiyle dinlenmeye çekildi.
Bu dinlenme sırasında oyalanmak için okuduğu hemşerisi Rahip Thomas Malthus’un nüfus üzerine yazdığı kitabı onun yerinden fırlattı. Canlılar ayakta kalabilmek için değişen çevre koşullarına uyum sağlamak zorundaydılar. Başarısız olanlar yok olmaya mahkûmdu.
Darwin düşündü; demek türler maddesel koşullar nedeniyle evrim geçiriyordu!
Artık teorisinden emindi.
Ama kuram tek başına bir şey ifade etmezdi, bunu destekleyecek verilere ihtiyacı vardı. Bunun için hayvan yetiştiricileriyle görüşmeye ve bitkiler üzerinde deneyler yapmaya devam etti.
Bilime inandığını düşündüğü adaşı Lyell’a fikirlerini açıklayan mektup yazdı. Ancak beklediğini bulamadı; Lyell, canlı türlerinin değişimini kabul etmedi. Üstelik yaradılış fikrine karşı çıktığı için Darwin’i eleştirdi.
Oysa bilmiyordu ki, Darwin artık, inanç olarak agnostikliği/bilinememezliği benimsemişti.
10 yaşındaki kızı Anne Elizabeth ölünce Tanrı’nın iyiliğinden de kuşku duyacaktı.
O yıllarda, güneş sistemi, dünyada yaşamın oluşumu ve insanlığın kökeni konuları yazılıyor, tartışılıyordu. Ancak bunların bilimsel temeli yoktu.
Bu veriler ise Darwin’de vardı.
Ayrıca, Darwin evrim teorisine felsefi maddeciliği eklemişti. Varoluşun temeli maddeydi. Akıl ve ruh hep maddenin yan ürünleriydi.
Evet, Darwin, Batı düşüncesinin köklü geleneklerini altüst edecek görüşlere sahipti.
2000 yıllık felsefe ve dine karşı koyuyordu.
Öte yandan, yazdıklarını yayınlamamak için oyalanıp durdu. Örneğin, sülükayaklı türleri üzerinde tam sekiz yıl çalıştı.
Cesaretini toplayıp bu kez botanist arkadaşı J. Dalton Hooker’a fikirlerini açtı. Bu durumu anılarına, "Kendimi bir cinayeti itiraf ediyormuş gibi hissettim" diye yazacaktı.
Hooker teoriyi ne kadar beğendiğini söylese de, Darwin yazdığı kitabını yayınlamamaya karar verdi.
Bilim adamı dostlarını karşısına almaya cesareti yoktu.
Oysa Avrupa aydınlanma/devrimler çağını yaşıyordu.
"Devrim", "Değişim" gibi sözcükleri milyonlarca Avrupalı telaffuz ediyordu.
Saygın bir doğa bilimci olarak tanınan Darwin, bu çevrelerle aynı mevzilere girmek istemiyordu. O yumuşak başlı devrimciydi.
Örneğin, Karl Marx, Darwin’in hayranıydı. Mesafeli ilişkileri vardı. Yazışıyorlardı. Marx, Das Kapital’in 2. cildini imzalayıp göndermişti. Darwin’e göre ilişki bu kadarla kalmalıydı.
Darwin, kurulu düzeninin yıkılmasından endişe duyuyordu. Kopernik ve Galileo gibi dışlanmaktan korkuyordu.
Üniversitelerin, gazetelerin ve ailesinin hayranlığını kazanmıştı; bilim adamları ondan "Gelecek vaat edecek doğa bilimci" diye bahsediyordu. Kilisenin saygını kazanmıştı.
Centilmenler kulübü Athenaeum’a ünlü yazar Charles Dickens ile aynı gün üye olmuştu; bu statülerini kaybetmek istemiyordu.
Charles Darwin düşüncelerinin mezara gitmesini de istemiyordu.
Kitabını vasiyeti haline getirdi, öldükten sonra yayınlanmalıydı.
Sonunda bir olay Darwin’i harekete geçirdi; mesleki kıskançlık!
Haziran 1858’de A. Russell Wallace’ın makalesini okuduğunda kendisininkine benzer bir teori geliştirildiğini anladı.
Darwin, teorisini hemen yayınlamaya karar verdi. 1837’de yazdığı eserini 1859’da yayınladı: "Türlerin Kökeni."
Yaşamın çeşitliliği, planlı çalışan bir akıllı tasarım/Tanrı tarafından değil, "doğal ayıklama" olarak açıkladığı, içinde rastlantının ve ihtiyacın birbirini yaratıcı şekilde tamamladığı plansız bir süreçte ortaya çıkmıştı.
Övgüler ve acımasız sövgüler aldı.
Darwin’in insanın maymundan geldiğini iddia ettiği söylendi.
Halbuki Darwin’in söylediği, insan ile maymunun ortak bir kökenden/soydan ayrılarak geliştikleriydi.
Darwin bu tartışmalara hiç girmedi. Sustu. Sadece kitaplar yazdı.
Eserlerini yayınladığı günden bugüne, teorisinin "çökeceği", "tarihe gömüleceği", "yok olacağı" söylendi. Bu tartışmalar hálá sürüyor.
Darwin’e göre evliliğin iyi-kötü yanları
CHARLES Darwin, 1839’da dayısının kızı, (sanata yoğun ilgisi olan ve ünlü besteci Chopin’den piyano dersleri alan) Emma Wedgwood’la evlendi. Darwin, evlilik teklifi yapmadan önce bir beyaz káğıda evliliğin yararları ve zararlarını şöyle sıraladı:
Evlen
Çocukların olur
Sana ilgi duyacak yoldaş
Sevecek ve oynayacak bir şey
Bir bakıma köpekten iyi
Evle ilgilenecek biri
Müziğin ve kadınca gevezeliğin hoşluğu
İnsan sağlılığı için yararı
Kanepeye uzanmış hoş ve yumuşak bir eş
Belki de gürül gürül bir ateş
Cinsiyetsiz arı gibi yaşamanın kötülüğü
Evlenme
Korkunç zaman kaybı
İstediğin her yere gitme özgürlüğü
İstediğin cemiyete girme
Kulüplerde akıllı adamlarla uzun sohbetler
Akraba ziyaretine gitmek zorunda olmamak
Çocukların masraf endişesi
Belki kavga
Kitap vs. için az para
Çok çocuk olunca ekmek parası kazanma mecburiyeti
Çok çalışmanın insan sağlığına zararı
Belki karım Londra’yı sevmeyecek
Baba tarafından dedesi Erasmus Darwin (1731-1802) İngiltere’nin ünlü bir doktoruydu. Ancak şöhreti, yazdığı kitaplardan ileri geliyordu: "The Botanic Garden" ve "Zoonomia".
Botanik ve hayvan bilimi üzerine bu kitaplarda öne sürdüğü kuramlar evrim teorisinin dayanaklarından oldu.
İngiltere Kralı III. George’un saray doktorluğunu reddeden Erasmus Darwin, siyasetle de ilgiliydi. Fransız Devrimi’ni alkışlıyor; Amerikan Devrimi’ni destekliyor; köleliğe karşı çıkıyordu. "Ay Işığı Cemiyeti" grubundaki arkadaşlarından biri de Benjamin Franklin idi.
Anne tarafından büyük babası Josiah Wedgwood (1730-1795) da, aynı cemiyetin üyesiydi. Erasmus Darwin’in dostu ve sırdaşıydı. Bugün hálá sadece İngiltere’de değil, dünyada bir numaralı porselen markası "Wedgwood"un sahibiydi. Bu porselenleri kraliyet ailesi gibi seçkinler kullanıyordu.
Erasmus Darwin’in oğlu Doktor Robert (1766-1848) ile Josiah Wedgwood’un kızı Susannah’ın (1765-1817) evliliğinden Charles Darwin dünyaya geldi.
Baba Robert Darwin doktordu ama aynı zamanda iyi bir tüccardı. Çok paralar kazandı.
Anne Susannah iyi yetişmişti. Harika piyano çalıyordu.
Altı çocukları oldu. Charles Darwin beşinci sıradaydı.
Charles Darwin, sekiz yaşında annesini kaybetti.
Küçük Charles Darwin’in etrafında hiç yaşıtı erkek yoktu. Genellikle evlerinin bahçesinde yaşlı bahçıvan Abberley ile oynuyor; sürekli çiçekler hakkında sorular yöneltiyordu. Dedesi gibi bitkilere, hayvanlara meraklıydı.
Bazen nehir kıyısında saatlerce vakit geçiriyor; nehrin bir bölümündeki balıklar ile diğer bölümündeki balıkların neden farklı olduğunu düşünüyordu. Dere kenarında topladığı taşların resimlerini çiziyordu. Kuşları izlemeyi seviyordu.
Babası Robert Darwin, dedesi Erasmus gibi entelektüel değildi, ama yine de oğlu Charles’a kitap okumayı aşıladı. Dr. Robert Darwin, oğlunu bazen hasta ziyaretlerine götürüyordu. Oğlunun meraklı olması hoşuna gidiyordu.
Charles Darwin, Latince ve Yunanca’ya dayalı geleneksel Shrewsburg Okulu’na gönderildi, ama o okulu sevmedi.
O, Pistyll Rhaeadr’deki ünlü şelaleyi görmek için 64 km; Kuzey Galler’de Menai Boğazları üzerinde kurulmakta olan asma köprüyü görmek için 410 km yürümekten çekinmiyor, doğayı öğrenmek-tanımak istiyordu.
Lise öğrenimini zorlukla bitirdi.
Dr. Robert Darwin o yaz yine hasta ziyaretleri için yanında götürdüğü oğlunun hastalarla ilgilenme yöntemlerinden etkilendi ve oğlunun iyi bir doktor olacağına karar verdi. Charles Darwin’i de tıp öğrenimi alması için Edinburgh’a gönderdi.
Darwin okula ısınamadı.
Okulda çalışan köle John Edmonstone’dan hayvan doldurma sanatını öğrendi. Doğa tarihiyle ilgilenen öğrencilerin kurduğu Plinius Topluluğu’na katıldı.
Hocası Robert Edmund Grant ile deniz canlılarını inceledi.
Bir diğer hocası Robert Jameson’dan jeoloji ve bitkilerin sınıflandırılması üzerine dersler aldı. Edinburgh Kraliyet Müzesi’nin bitki koleksiyonunun düzenlenmesine yardımcı oldu.
Charles Darwin kararını vermişti; babası ne kadar istese de doktor olmak istemiyordu.
Babası Dr. Robert Darwin, oğlunun din eğitimi almasına karar verdi!
Charles Darwin öneriye soğuk bakmadı. Çünkü, din adamı William Paley’nin, canlıların karmaşıklığını üstün zekálı bir yaratıcıya bağlayan makalelerini okuyup etkilenmişti. Doğayı incelemek, "Doğa’nın Mimarı"nın eserini incelemekti. Din adamı olabilirdi.
Cambridge Üniversitesi’nin Christ’s Koleji’ne yazıldı.
Burada 3.5 yıl eğitim gördü.
Doğa onun için tutkuydu; öğreniminin ikinci yılında bir at alıp sık sık araziye çıktı. Hocası Peder John Stevens Henslow ile birlikte kır gezileri yaptı. Herslow her daim, "Soru sorma konusunda Darwin gibisini görmedim" diyecekti.
1830 yılında okulu bitirdi. 178 kişi arasında 10. olmuştu.
Şimdi ne yapacaktı?
Káşif Alexander von Humboldt’un 1796 ve 1801 yılları arasında Güney Amerika’ya yaptığı geziyi anlatan 7 ciltlik "Voyages" adlı kitabı elinden düşürmüyordu.
Dünyanın çeşitli yerlerine geziler yapmayı planladı.
Tek sorun, babası para verir miydi?
İmdadına Peder Henslow yetişti. Güney Amerika kıyılarını inceleyip ticaret olanaklarını araştıracak, bölgenin haritasını çıkaracak Kraliyet Ailesi’ne ait bir gemiyle yolculuk yapmak ister miydi?
Charles Darwin "kusursuz yaratıcının" varlığını ispatlamak için bu zorlu yolculuğa çıktı.
Gittiği gibi dönmeyecek; büyük bir düşünsel dönüşüm gerçekleştirecekti....

1924 Erzurum Depremi ve ATATÜRK

1 EKİM 1924 - ATATÜRK'ün, Erzurum'da "Depremden Zarar Görenlere Yardım Komisyonu"nun çalışmalarını denetlemesi ve fe...