6 Temmuz 2019 Cumartesi

SUSERİBİME

SUSERÄ°BÄ°ME ile ilgili görsel sonucuJapon mitolojisinde yer alan bir başka önemli kadın figürü Suseribime’dir. 

Yeryüzünü imar eden yüce Kami Ōkuninuşi’nin eşi olan Suseribime; kocasını çok seven, her zaman kocasının yanında olan, zorluklardan asla yılmayan, fedakâr bir kadın portresi çizerek; bir bakıma ideal eş tipini oluşturmaktadır. 

Kojiki’de "Ōkuninuşi ve Suseribime" olarak da bilinen epizotta (Tsugita, 2008: 117-121), üvey kardeşleri tarafından öldürülen Ōkuninuşi, Göğün Baş Kamilerinden Kamu-musuhi tarafından tekrar diriltilir. 

Üvey kardeşlerinin kendisine yeniden zarar vermesinden korkan Ōkuninuşi, Kök Ülke’ye7 kaçar ve orada yaşamaya başlar. 

Ōkuninuşi, bir gün Susano-o’nun yaşadığı sarayın önünde, Suseribime ile karşılaşır. 


Ōkuninuşi ve Suseribime, birbirlerine âşık olurlar ve hemen evlenirler. Ne var ki, Suseribime’nin babası olan Susano-o bu evliliğe karşı çıkar ve kızının aklını çelen Ōkuninuşi’yi cezalandırmak ister. 

Susano-o, bu amaçla Ōkuninuşi’ye çeşitli tuzaklar kurar. Ancak Ōkuninuşi, her defasında eşi Suseribime’nin de yardımıyla ölümden kurtulmayı başarır. 

En sonunda Ōkuninuşi, yine Suseribime’nin yardımıyla Kök Ülke’den kaçarak yeryüzüne döner ve yeryüzünün hükümdarı olur.

Japon mitolojisi içinde önemli bir rol üstlenmesine rağmen mütevazı bir karakter olan Suseribime, her şeyden önce iyi bir eş olma özelliğiyle öne çıkmaktadır. 

Suseribime, büyük bir sevgiyle bağlandığı kocası Susano-o’yu, babasıyla ters düşme pahasına korumaya çalışır. 

Suseribime’nin bu özelliğiyle, Japon mitolojisindeki karakterler içinde belki de en gerçekçi "ideal eş" örneğini oluşturduğu söylenebilir.

ŌGETSUHİME

ÖGETSUHİME ile ilgili görsel sonucu

Dördüncü önemli kadın figürü olan Ōgetsuhime, (dolaylı da olsa) yeryüzünde ziraat ve ipek böcekçiliğinin başlamasını sağlayan bir karakter olarak Japon mitolojisinde önemli bir rol oynar. 

Tahıl ve Yiyecek Kamisi olan Ōgetsuhime, böylelikle ileride yeryüzünde yaşayacak olan insanoğlu için büyük bir iyilik gerçekleştirmiş olur. 

Japon mitolojisinde, Ōgetsuhime’nin bir kadın figürü olarak daha çok doğurganlık özelliğiyle öne çıktığı görülmektedir. 

Amaterasu’nun saklandığı mağaradan dışarı çıkmasını konu alan epizotun devamında, Ōgetsuhime’nin öldürülmesine ilişkin epizot yer almaktadır (Tsugita, 2008: 95). 

İlgili epizotta, Üst Dünya’da taşkınlıkları devam eden Susano-o’ya yeryüzüne sürgüne gönderilme cezası verilir. 

Yeryüzüne doğru gitmekte olan Susano-o, yolda Tahıl ve Yiyecek Kamisi Ōgetsuhime’nin yanına uğrar ve kendisine yiyecek vermesini ister. 

Susano-o’yu büyük bir içtenlikle misafir eden Ōgetsuhime, kendi bedeninden çeşitli yiyecekler yaratır ve bunları Susano-o’ya sunar. 

Ancak Ōgetsuhime’nin bu hareketine öfkelenen Susano-o, Ōgetsuhime’yi acımasızca öldürür. Ōgetsuhime’nin ölü bedeninden çeşitli yiyecekler fışkırır. 

Bunlar soya fasulyesi, tatlı fasulye, buğday, ava 6 ve pirinçtir. Ayrıca, ipek böceği de bu şekilde doğar. 

Göğün Baş Kamilerinden olan Kamu-musuhi; Susa-no-o’nun yanına gelir ve Ōgetsuhime’nin bedeninden fışkıran tahılları ve ipek böceğini yeryüzüne götürmesini emreder. 

Bu emir üzerine Susano-o, bahsi geçen tahılları ve ipek böceğini yanına alarak yeryüzüne iner. Böylece, yeryüzünde ziraat ve ipek böcekçiliği başlamış olur.

Ōgetsuhime, kadının en önemli vasıfları arasında bulunan "doğurganlık" ve "üretkenlik" gibi vasıfları, Japon mitolojisinde en belirgin şekilde temsil eden karakterlerin başında gelmektedir. 

Bedeninden beş temel tahıl ve ipek böceği yaratan Ōgetsuhime’nin Japon mitolojisi içinde "bereket", "doğurganlık" ve "üretkenlik" sembollerini en iyi şekilde yansıtan karakterlerden biri olduğu söylenebilir.

AME-NO-UZUME

AME-NO-UZUME ile ilgili görsel sonucu Japon mitolojisinde yer alan üçüncü önemli kadın figürü Neşe Kamisi Ameno-uzume’dir. 

Amaterasu’nun mağaraya kapanması ile ilgili epizotta ortaya çıkan Ame-no-uzume, kâinatın karanlıktan kurtulmasını sağlayan kahraman olarak Japon mitolojisinde önemli bir rol üstlenir. 

Bahsi geçen epizotta, karanlıktan bunalan Gök Kamilerinin; Takamimusuhi’nin emriyle toplandığı ve Bilgelik Kamisi Omoikane’ye akıl danıştığı anlatılır. 

Bunun üzerine Bilgelik Kamisi Omoikane, Amaterasu’yu gizlendiği yerden çıkarmak için Ame-no-uzume’yi kayalıkların önünde dans ettirir (Tsugita, 2008: 86-89). 

Ame-no-uzume’nin dansı ile keyiflenen diğer Kamiler kahkahalarla gülmeye başlar. 

Gizlendiği yerden kahkahaları duyan Amaterasu, ne olduğunu anlamak için dışarı bakar. 

Kayalıkların önünde dans eden Ame-no-uzume ve kahkahalarla gülmekte olan Kamileri görür. 

Amaterasu, şaşkınlık içinde ne olduğunu sorar. 

Ame-no-uzume ise, cevap olarak “Ulu bir Kaminin misafir olarak aralarında bulunduğunu, bu yüzden diğer Kamilerin kahkahalarlarla güldüğünü” söyler. 

Bu cevap üzerine Amaterasu’nun şaşkınlığı daha da artar. Amaterasu, bu ulu Kamiyi daha yakından görebilmek için vücudunun bir kısmını mağaradan dışarı çıkarır. 

AME-NO-UZUME ile ilgili görsel sonucu


O sırada, mağaranın ağzında beklemekte olan Güç Kamisi Tacikarao, Amaterasu’yu kollarından tutarak mağaradan dışarı çıkarır. 

Böylece, Amaterasu’nun dışarı çıkmasıyla karanlık sona erer ve tüm kâinat yeniden eski aydınlığına kavuşmuş olur.

Sadece "neşe" kavramıyla özdeşleştirilmesi ve farklı vasıfları üzerinde barındırmaması nedeniyle yalın bir karakter olarak dikkat çekmektedir. 

Japon mitolojisinde "neşe" kavramıyla özdeşleştirilen en önemli varlığın dişi bir figür oluşu, eski Japon toplumunda kadınların erkekler için bir neşe kaynağı olarak kabul edilmesi şeklinde de yorumlanabilir.

AMATERASU

AMATERASU ile ilgili görsel sonucu
Japon mitolojisinde yer alan ikinci kadın figürü, aynı zamanda Japon panteonunun en üst basamağında yer alan Amaterasu’dur. 

Bu niteliğiyle, günümüz Şinto teolojisi içerisinde de önemli bir konuma sahip olan Amaterasu, yer aldığı epizotlarda farklı özellikler sergileyerek Japon mitolojisinin renkli ve ilginç figürleri arasında yer alır. 

Kojiki’de "Üç Büyük Kaminin Doğuşu" olarak da bilinen epizotta, Amaterasu ve iki erkek kardeşinin doğumu anlatılır (Tsugita, 2008: 67-69). 

Yeryüzüne dönen İzanagi, Ölüler Diyarı’nın kirlerinden arınmak için nehirde yıkanırken; 5 sol gözünden Amaterasu, sağ gözünden Tsukuyomi ve burnundan Susano-o doğar. İzanagi, kızı Amaterasu’ya "Üst Dünya’ya", oğlu Tsukuyomi’ye "gecelere ve karanlık topraklara", diğer oğlu Susano-o’ya ise "denizlere hükmetmesini" emreder. 


Ä°lgili resimAmaterasu, böylelikle Üst Dünya’ya hükmeden Kami olarak en ulu Kami mertebesine yükselir. 

Japon mitolojisinde Amaterasu, Üst Dünya’ya hükmeden yüce güç olarak betimlenmektedir. 

Bu konum, bir Kaminin sahip olabileceği en yüksek konumdur. Ancak Amaterasu, sadece kâinatı yöneten bir hükümdar değildir; aynı zamanda erkek kardeşlerinin de sorumluluğunu üstlenmiş bir abladır. 

Bu şekilde Amaterasu, hem bir idareci olarak sarsılmaz bir güç ve otorite, hem bir dişi olarak zerafet, yumuşaklık, sadelik ve ürkeklik, hem de bir abla olarak merhamet ve sevecenlik timsali olarak farklı pek çok niteliği üzerinde barındırır. 

Japon mitolojisinde geçen olaylarda da, Amaterasu bu özelliklerini açık bir biçimde sergiler. "Susano-o’nun Üst Dünya’dan Kovuluşu" olarak bilinen epizotta; Amaterasu, dirayetli bir hükümdar ve gözü pek bir savaşçı olma yönünü ortaya koyar (Tsugita, 2008: 75-76). 

Babası İzanagi tarafından yeryüzüne sürgüne gönderilme cezasına çarptırılan Susano-o, babasını şikâyet etmek için ablası Amaterasu’nun yanına gitmeye karar verir. Ancak, Susano-o Üst Dünya’ya yükselirken o kadar çok gürültü çıkarır ki; Amaterasu, kardeşi Susano-o’nun kendisiyle savaşmaya geldiğini düşünür. 

Amaterasu, bu yüzden saçlarını bir erkek gibi bağlar; silahlarını kuşanır ve bir savaşçı görünümünde kardeşinin karşısına çıkar. Ancak kardeşinin anlattıklarını dinleyen Amaterasu, Susano-o’ya anlayış gösterir ve bir abla olarak kardeşinin yanında olur. 

"Amaterasu’nun Saklanması" olarak bilinen epizottaysa, Amaterasu bu defa ürkek, korkak ve çekingen yönünü ortaya koyar (Tsugita, 2008: 86-89). Kardeşi Susano-o’nun taşkınlıkları üzerine korkuya kapılan Amaterasu, bir mağaraya kapanır ve bu yüzden tüm kâinatın karanlığa gömülmesine sebep olur. 

Üst Dünya’yı yöneten Kami olan Amaterasu, günümüzde Şinto inanışı içerisinde Japon halkının koruyucu Kamisi ve Japon halkının doğal önderi olarak kabul edilmektedir (Saijō, 2012:164). 

Gerek Japon mitolojisinde, gerekse Şinto inanışında böylesine yüksek bir konumun bir kadın Kamiye verilmiş olması dikkat çekicidir. 

Amaterasu’nun her şeyden önce Japon halkının koruyucusu olarak "güç", "otorite", "cesaret", "savaşçılık", "kararlılık", "beceriklilik" ve "dirayet" gibi vasıfları üzerinde topladığı görülmektedir. 

Diğer yandan Amaterasu’nun, bir kadın ve abla olarak "zerafet", "sevgi", "merhamet", "sükûnet", "ürkeklik" gibi niteliklere de sahip olduğu görülmektedir. 

Mitolojik akış içinde Amaterasu’nun her ne kadar açık bir şekilde çocuk sahibi olduğu betimlenmese de; Güneş Kamisi olmasından dolayı Japon mitolojisinde "bereket" ve "yaşam" kavramlarını sembolize ettiği de söylenebilir.

İZANAMİ VE İZANAGİ

MÄ°TOLOJÄ°DE ZANAGÄ° ile ilgili görsel sonucuJapon mitolojisinde ilk beliren kadın figürü İzanami’dir. İzanami, mitolojik kurgu içinde yer alan ilk kadın figürü olmanın yanı sıra üstlendiği rol bakımından da oldukça önemli bir karakter olma özelliği taşımaktadır. 

Kojiki’nin hemen başında yer alan "İzanagi ve İzanami’nin Yeryüzüne İnişi" olarak da bilinen epizotta, erkek İzanagi ve kadın İzanami’nin Üst Dünya’da yaşayan Gök Kamileri tarafından yeryüzüne gönderildikleri anlatılır (Tsugita, 2008: 40-41). 

İzanagi ve İzanami çifti, kendilerine verilen emir üzerine henüz balçık halindeki yeryüzüne inerler ve dünya üzerindeki ilk toprak parçası olan Onogoro adasını yaratırlar. 

Onogoro adasına yerleşen İzanagi ve İzanami, burada birbirlerini eş olarak kabul ederler. 

İzanami, burada Japon adalarını dünyaya getirmeye başlar. Sırayla Avaci, Şikoku, Oki, Kyūşū, İki, Tsuşima, Sado ve Honşū adalarını doğurur. 

Bu sekiz ada, Büyük Sekiz Adalı Ülke’yi (Ōyaşima) oluşturur. İzanami, daha sonra Kocima yarımadası, Şōdo adası, Suō adası, Hime adası, Gotō adaları, Dancō 83 adaları olmak üzere altı ada daha dünyaya getirir. 

Böylelikle, Japon adalarının yaratılması tamamlanmış olur. 


MİTOLOJİDE ZANAGİ ile ilgili görsel sonucu

İzanami, Japon adalarını yarattıktan sonra yeryüzü yaşamı için gerekli Kamileri dünyaya getirmeye başlar. 

Bu Kamilerin her biri Rüzgâr Kamisi, Deniz Kamisi, Dağ Kamisi vb. gibi yeryüzündeki yaşamı yönlendirecek Kamilerdir. Ancak İzanami, Ateş Kamisi’ni doğururken yanarak ölür. 

Mitolojinin buraya kadar olan kısmında, İzanami’nin yeryüzündeki "ilk kadın", "ilk eş" ve "ilk anne" olarak önemli bir rol üstlendiği görülmektedir. 

Diğer yandan İzanami’nin, Japon adalarını ve yeryüzü yaşamı için gerekli Kamileri dünyaya getirerek doğurganlık özelliğiyle öne çıktığı dikkat çekmektedir. 

MİTOLOJİDE ZANAGİ ile ilgili görsel sonucu

Ne var ki bir sonraki epizotta İzanami, tamamen farklı bir kişiliğe bürünür. İzanami, hiç beklenmedik bir şekilde "fedakâr bir eş" ve "sevecen bir anne" olma gibi tüm olumlu özelliklerinden uzak, acımasız bir yaratığa dönüşür (Tsugita, 2008: 60-62): 

Ateş Kamisi’ni doğururken yanarak ölen İzanami, Ölüler Diyarı’nda yaşamak zorunda kalır. İzanami’nin yokluğuna bir türlü alışamayan İzanagi, sonunda eşini görmek için Ölüler Diyarı’na gider. 

İzanagi, burada İzanami’den yeryüzüne (canlılar dünyasına) geri dönmesini ister. 

İzanami, İzanagi’nin bu isteğini gerçekleştirebilmek için Ölüler Diyarı’nın Kamileriyle konuşacağını söyler. 

İzanami, İzanagi’ye Kamilerle konuşurken kesinlikle kendisine bakmaması gerektiğini tembihleyerek Ölüler Diyarı’nın sarayına girer. 

Ancak, aradan uzun bir süre geçmesine rağmen İzanami geri dönmez. Beklemekten sıkılan İzanagi, verdiği sözü unutarak Ölüler Diyarı’nın sarayına girer. 

İzanagi, sarayda son derece korkunç bir manzarayla karşılaşır: 

İzanami’nin yerde yatan çürümüş bedenine böcekler üşüşmüştür. Gördükleri karşısında dehşete kapılan İzanagi, oradan kaçmaya başlar. 

İzanami, sözünde durmayan İzanagi’ye çok öfkelenir. Ölüler Diyarı’nın şeytanlarına İzanagi’yi yakalamalarını emreder. İzanagi, uzun bir mücadeleden sonra peşindeki düşman ordusunu yener. 

Bunun üzerine İzanami, İzanagi’yi yakalamak için peşine düşer. Ancak o sırada İzanagi, yeryüzü ile Ölüler Diyarı arasındaki geçide ulaşmıştır. 

İzanagi, ancak bin kişinin kaldırabileceği büyüklükteki bir kayayı fırlatarak iki dünyayı birbirine bağlayan geçidi kapatır. 

Böylece, canlılar dünyası ile Ölüler Diyarı arasındaki geçit sonsuza dek kapanmış olur. Geçidin kapanmasıyla İzanami, artık tamamen Ölüler Diyarı’na ait bir varlık haline gelir ve ilerleyen epizotlarda da bir daha ortaya çıkmaz.

İzanagi ve İzanami, dünya üzerindeki yaşamı başlatma gibi önemli bir görev üstlenerek yeryüzüne iner ve dünya üzerindeki ilk çifti meydana getirir. 

Bu evlilikte daha çok İzanami’nin öne çıktığı görülür. İzanami, bir yandan çeşitli zorluklar karşısında kocası İzanagi’ye destek olurken; diğer yandan da Japon adalarını ve dünya yaşamı için gerekli Kamileri dünyaya getirir. 

Hatta bu yüzden hayatını kaybeder. Bu bakımdan İzanami’nin "ideal eş", "üretkenlik", "doğurganlık", "bereket", "annelik" gibi nitelikleri sembolize ettiği söylenebilir. 

İzanami’nin öldükten sonra acımasız bir yaratığa dönüşme metaforunu ise, eski Japon toplumunda yaygın olan Ölüler Dünyası’nın karanlık imajı ile ilişkilendirmek doğru olacaktır.

BODRUM'UN (HALICARNASSOS) BİLİNMEYEN TARİHİ

-BODRUM'un (HALICARNASSOS'un) bugün merkezi olan bölgede, 1720 li yıllara kadar herhangi bir yapı ve yerleşim yoktu. Bodrum tam bir harabe gibiydi, her taraf ören yeri görünümündeydi. KIZILHİSARLI KAPTAN MUSTAFA BEY'in miri fırkate filosuyla EĞRİBOZ'dan gelip, Bodrum Yarımadasına ayak bastığı 18’nci yüzyılın ilk çeyreğine kadar Bodrum'da (Halikarnassos) Rodos'tan gelen şövalyeler tarafından yapılmış olan St. PETER KALESİ dışında başka herhangi bir yapılaşma yoktu...

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, gökyüzü, bulut, okyanus, açık hava, su ve doğa
Çizim 1: Bodrum Kalesi İngiliz tarihçi, gezgin, CHARLES TEXIER gravürü ve Kaptan Mustafa Bey’in temsili resmi
- Karya Bölgesi’nın başkenti MYLASA'dan (MİLAS) Halicarnassos’a taşınmıştı (Halikarnas - Bodrum) . Bu taşınmadan sonra Halicarnassos'ta deniz ticareti çok gelişti, adalarda yaşatanlarla ekonomik ilişkiler gelişti ve halk kalkındı ve bu liman sayesinde deniz ticareti çok önemli gelir kaynağı haline geldi.
Mikenler, Lelegler, Karyalılar, Lydialılar, Dorlar, İyonyalılar, Persler, Mısırlılar, Romalılar, Bizanslılar-Grekler Antik Helenler, kavimleri ve devletleri yaşamıştı. Yaşadıkları yerlerde kendi kültürlerinin izlerini de bıraktılar.
Şehir, 1100-1200-1300 lü yıllarda meydana gelen depremler sonucu tamamen harabeye dönmüş, yabklaşık 200 yıllık Bizans dönemi adeta sessizliğe bürünmüştü. Kentin geçmişten gelen din ve dilini; üretim, tüketim, toprak, deniz vb kültürünü; yemek, eğlence, ölüm, doğum, şavaş, düğün vb. ritüellerini geleceğe taşıyacak nüfus yok olmuştu. Yıkıntılardan yeni bir yerleşim yerinin doğması, yeniden normal bir hayatın başlaması çok ama çok uzun sürmüştü; ta ki 13’ncü yüzyılda kısmen Türkler, 15’nci yüzyılın başında da Saint JOHN RODOS HOSPITALLER ŞÖVALYELERİ sahneye çıkana kadar...

Görüntünün olası içeriği: açık hava
Çizim 2: Depremler sonrası Halikarnassos-16.yy Hans Vredeman de Vries İllustrasyon gravür)
Rumların “Alikarnas” dediği yer, Yarımada Türklerin zihninde muhtemelen masalsı bir şehir imgesi olsa gerekti. Çünkü onların gelip geçerken gördüğü Alikarnas, sadece ören yerinden ibaretti...
1403 YILI ve SONRASI
- St. JOHN Rodos Hospitaller Şövalyeleri’nin 15’nci yüzyıl başlarında yarımadanın güney ucunda bir kale inşa etmeye başladığı yıllarda harabe Leleg Yarımadası’nın nüfusu çok azdı. Yarımada’nın Osmanlı belgelerindeki adı SIRAVOLOS / İSRAVOLOS / SERULUS idi.
Tarihçiler dünyasında bu adın işlek bir liman karyesi (köyü) olan STROBILOS ' tan (Aspat - Termera'dan) türediği yönünde de; Yörükan taifesi olan Serulus / Sarıulus’tan türediği yönünde de tezler var. (1*)
Görüntünün olası içeriği: gökyüzü ve açık hava
*** Çizim 3:Harabe durumdaki Halicarnassos -19.yy William Page
- Menteşe Sancağı’nın BEÇİN kazasına bağlı idari bir birim olan Sıravolos, Beçin’in zamanla yoğun göç alması nedeniyle bağımsız bir kaza yapılmıştı. Sıravolos, Ortodoks Rumların yaşadığı Beksimed, Büskebi, Varilya, Sandıma; Müslüman Türklerin yaşadığı Gümüşlük, Karaova, Karabağ, Kargı, Bağla, Belen, Kuyucak gibi karye-köylerden oluşuyordu.
Ayrı ayrı köy, kazalarda oturmalarına rağmen Türkler ve Bizanslı Rumlar birbirine daha da yakınlaşmış, karşılıklı dillerini öğrenmeye, belki de bazı yerlerde kız alıp, vermeye başlamışlardı. Kültürel açıdan birbirine yakınlaşan iki halk arasında dinî konularda herhangi bir çatışma filan yaşanmıyordu.
Bizans yazarları Nikêforos Grêgoras ve Georgios Pakhymeres’in eserlerinde Batı Anadolu bölgesinde Türkler ve Bizanslı ahali arasındaki bu uzlaşma ve huzur içindeki ortak birliktelik hakkında önemli kayıtlar mevcuttur. (2*)

Görüntünün olası içeriği: ağaç ve açık hava
Çizim 4: Harabe Halicarnassos, Mars Mabedi -19.yy John Harrison Allan gravür
- Türkler ve Rumlar arasındaki bu yakınlaşma elbette bir anda gelişmemişti. 13.yüzyıl Bizans ahalisi açısından Türklerin eşkıya sayıldığı yıllardı. Dr. Olcay PULLUKÇUOĞLU YAPUCU,
“Güvenlık, Eşkıyalık ve Bodrum” başlıklı makalesinde Tarihçi SPEROS VRYONIS’e dayanarak konar göçer yaşayan Türkmen akınlarının Bizans yerleşim merkezlerine zarar verdiğini; Bizans İmparatorluğu’nun Latin istilasıyla parçalandığı dönemde MANUEL MAVROXOMES gibi aristokratların İmparator THEODORE LASKARIS'e karşı mücadelesinde Türk birliklerinden yardım aldığını; aynı Türklerin daha sonra Ege’deki bu feodal beylere ait toprakları istila ettiğini yazmış... (3*)
Görüntünün olası içeriği: açık hava
Çizim 5: (Sıravolos-Bodrum köylerinde gündelik yaşam, temsili gravür)
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nden Dr. Hasan DEMİRTAŞ’ın araştırmasına göre 1517-1822 arası hurufat defterlerinde SIRAVOLOS KAZASI'nın herhangi bir merkez (nefs) kaydına rastlanmamıştır. Sıravolos bir bölge adıdır ve 39 karye, nam mahal, mezradan oluşur. (4*).
SIRAVOLOS, her ne kadar 1517 yılında meskun bir köy adı olarak anılsa da genel olarak, 16. yy ve sonraki döneme ait belgelerde, köy, kale ve şehir gibi meskun bir yerin adı olarak anılmıştır. Kazanın hem topraktan, çiftçilikten, hem de denizden geçimlerini sağlayan kıyı köyleri, iskeleli köylerdi. ASPAT, bunların içinde en işlek limana sahip olan yerdi. PİRİ REİS, 1520 yılından önce, bu bölgedeki limanların Müslüman-Türk gemiciler tarafından yatak olarak kullanıldığını, buradan özellikle RODOS Şövalyelerinin gözetlendiğini yazmış... (5*)


Köyleri birbirine bağlayan yollar da, KARAOVA - MİLAS - BEÇİN yolu da işlekti. DEREKÖY civarında çıkarılan simli kurşun madeni ve diğer köylerdeki yel değirmenlerinin varlığı Yarımada’nın ekonomik hayatına çeşitlilik ve hareket katıyordu... (6*)

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve açık hava
*** ***(Çizim 6: Sıravolos-Bodrum köylerinde gündelik yaşam, temsili gravür)

- 1403’ten itibaren Harabe Bodrum'a (Halikarnas’a) kale yapmaya başlayan St. John Şövalyeleri ile Yarımada ahalisi arasında bir ilişki varsa, dostane miydi bilinmez. Ancak, yabancı kaynaklara göre bu kalenin inşasına başlandığı günlerde, Yarımada ahalisi ile Şövalyeler arasında ticari bir ilişki gelişmişti. Haçlılar Birliği Sekreteri GUILLAUME CAOURSIN'in St. Peter Kalesi hakkında HACI FELIX FABER'e anlattığı hikayeye göre;
KOS’un (İSTANKÖY) kumandanı Şövalye Teğmen SCHLEGELHOLZ zaman zaman Türklerin ülkesine alışveriş yapmaya gidip geliyor, birliğinin bazı ihtiyaçlarını Halikarnas Yarımadası’nda kurulan ve ‘Tharse’ denilen (Çarsı / ses uyumu) bir pazardan temin ediyordu... (7*)

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi
**** *** (Çizim 7: Sıravolos-Bodrum’da kurulan çarşı-panayır-temsili illustrasyon)

- Gerek Papalık, gerekse Türk hükümdarları zaman zaman ticaret yasağı koysa da oluşan kıtlık yüzünden bu emirlere genellikle uyulmuyordu. Devletler birbirine düşman olsa da halklar arasındaki alışveriş, ticaret ve para kazandıran her ticaret devam ediyordu. Teğmen SCHLEGELHOLZ, işte bu kaos ortamından yararlanmasını bilen becerikli subaylardan biriydi. KOS, İSTANKÖY gibi Rum nüfusun yaşadığı adalar Rodos şövalyelerinin kontrolü altındaydı...
St. JOHN ŞÖVALYELERİ, 1522’de Osmanlı İmparatorluğu Ordusu’nun Rodos’u fethetmesinin ardından SIRAVOLOS Yarımadası’nı terketmişti. Mevcut kayıtlara göre aslında sadece Rodos'lu Şövalyeler değil Hırıstiyan Rumlar da yarımadadan gitmişti. KARAOVA'DA yedi hanelik Hıristiyan nüfus hariç, başkaca gayrimüslim nüfus kalmamıştı. 16’ncı yy. ın sonlarına doğru bu son 7 hane de ya göçmüş ya da İslam dinine geçmişti. Esasında 16’ncı yy. boyunca bütün Anadolu köylerinde nüfus artışı yaşandığı halde LELEG (SIRAVOLOS) Yarımadası’nın nüfusun azalmıştı, ya da nüfus burada artmamış, yerinde saymıştı...

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve açık hava
(Çizim 8: Sıravolos Panayırından tedarik yapan Şövalyeler-temsili illustrasyon)

-Şövalyelerin, 120 yıl boyunca kaldıkları 1403-1522 arası dönemde Kale’den başka Harabe Halikarnas’ta herhangi bir iskan ve imar girişimi olmamıştı. Öte yandan, Osmanlı İmparatorluğu'nun da bu dönem boyunca burada herhangi bir iskan ve imar girişiminde bulunmama sebebi, St. Peter Kalesi’ndeki Şövalyeleri’nin varlığı idiyse; ki bu, hem 12 Adalar ve Bodrum'da (Halikarnas’ta) hem de bütün Akdeniz’de bir baş belası haline gelmiş olan HAÇLI ORDUDUSU'ndan sonsuza dek kurtulma anının henüz gelmediği, gerekli ve yeterli şartların henüz oluşmadığı anlamını taşır; 1523-1723 yılları arasındaki 200 yıl boyunca üstelik Kale artık bir Osmanlı İmparatorluğu Kalesi olduğu halde, neden herhangi bir imar ve iskan girişiminde bulunulmadığı açıklamaya gerek olan bir muammadır. Hatta, bir müneccimin düşünme biçimiyle cevap arayacak olursanız, “tarih, Kızılhisarlı Kaptan Mustafa Bey’in gelişini beklemiş... ” diye not düşmek belki de bir abartma sayılmaz...
“BODRUM” deyince...
1720’lere kadar Bodrum denilince akla sadece kale ve liman gelirdi...

Görüntünün olası içeriği: köprü, gökyüzü ve açık hava
***** **** Çizim 9: Bodrum Kalesi-18.yy Luigi Mayer

-1530 tarihli Osmanlı İmparatorluğu Tahrir Defterinde Bodrum Kalesi’nde 1 kale komutanı (Dizdar), 1 komutan yardımcısı (Kethüda), 4 topçu, 1 marangoz, 1 duvar ustası, 1 mahzen sorumlusu ve bir miktar da asker vardı...
1671’de Bodrum’a da uğrayan seyyah Evliya Çelebi, Kale ve Kale'nin dışını şöyle tarif etmiş:
“Evsâf-› kal‘a-i Bodurum... Menteşe hâkinde Karaova kazâsı nâhiyesidir. Nâ‘ib hükmeder. Kethudâyeri ve serdârı yokdur. Nefs-i kal’ası Cezâyir eyâleti, yanî Kapudan Paşa hükmündedir. İstanköy sancağıdır. Kala dizdârı sancakbeyi tarafından kâ'immakâmdır...Ve taşrasında aslâ varoş evleri yokdur ve hân ve câmi ve hammâm ve çârsû-yı bâzâr yokdur... Hemân serâpâ bâğ u bâğçesi cihânı dutmuşdur. Cemî-i halkının kâr u kisbleri kuru üzüm ve incîr ve şîra-i âbdârdır...
Ve câmi ile kala kapusu mâbeyninde yedi küçük dükkâncik vardır. Ve bir küçük kahvehânesi var, neferât anda otururlar...Ve dizdârı ve seksen neferâtı İstanköy cezîresi aklâmından ulûfe alırlar. Ve cümle kulu kala içinde yüzü toprak örtülü evler içre sâkin ve mevcûdlardır. Ve havlusuz ve bâğ u bâhçesiz daracık evlerdir. 100 kişi yaşar...” (8*)

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve ayakta duran insanlar
(Çizim 10: Temsili kale içi hayat -18.yy Luigi Mayer )

Kale’yi saymazsak, Evliya Çelebi’nin de tanık olduğu gibi bugünkü Bodrum merkez 1720’lere kadar harabe durumunda ve bir ören yeriydi; ta ki Eğriboz-Kızılhisarlı Kaptan Mustafa Bey Bodrum'da tarih sahnesine çıkana kadar...

-Yüzlerce yıl devam eden şiddetli depremler sonucunda tam bir harabeye dönmüş olan Halikarnas kentine, gerek Yarımadası’nın Menteşe Beyliği hakimiyetinde olduğu 14 ile 15’nci yy boyunca, gerekse St. John Rodos Şövalyeleri’nin kale inşa ettiği 1403-1522 yılları arasındaki dönemde, gerekse Osmanlı İmparatorluğu'nun hükümranlık sürmeye başladığı 1414 yılı ve sonraki yıllarda hiç iskan uğramamıştı; ta ki Eğriboz Kızılhisarlı Kaptan Mustafa Bey, görev emirli devlet-i ali kapudanı sıfatıyla ve miri fırkate filosuyla 18’nci yüzyılın ilk çeyreğinde Bodrum Yarımadası'na ayak basana kadar...


EĞRİBOZ KIZILHİSARLI KAPTAN MUSTAFA BEY KİMDİR ?
Görüntünün olası içeriği: 1 kişi
-Ege Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Dr. Ömer BIYIK'ın yapmış olduğu titiz araştırmalar sayesinde bu konuda belgelere dayalı bilgi sahibiyiz.
Bu araştırmaya göre MUSTAFA PAŞA, 1688-1714 tarihleri arasında aile efradı ile birlikte EĞRİBOZ ADASI'nın güney ucundaki ‘CASTEL ROSSO KARYSTOS’ olarak da bilinen KIZILHİSAR NAHİYESİ'nden BODRUM'a gelmiş. Aile mensupları bu yüzden KIZILHİSARİLER olarak anılıyor...
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve oturan insanlar
Vakıf arşivlerinde ve Başbakanlık Osmanlı İmparatorluğu Arşivlerinde (BOA) Kaptan Mustafa Bey’in adı;

1-Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'nde bulunan ve Bodrum Kadısı Es-Seyyid Mehmed Şakir tarafindan tasdik edilmiş olan 5 Cemaziyelevvel 1139 (29 Aralık 1726) tarihli kendi vakfiyesinde “Mir-i fırkate kapudanı Kızılhisari Mustafa Bey ibn-i Ahmed” olarak kayıtlı. (Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivindeki Muğla Defterine (V. 277, H. 1) kayıt numarası ile işlenen H. 1139 tarihli vakfiye 587 no.lu Mücedded Anadolu 3 Defterinin 278 sahifesine 345 sıra numarasıyla kayıtlı.)

2-Oğlu Cafer Paşa'ya ait 1 Cemaziyelahir gurresi sene 1179 (15 Kasım 1765) tarihli başka bir vakfiyede ise “Mustafa Paşa ibn-i Ahmed Ağa” olarak yazılıdır.(Mustafa Paşa'nın oğlu Cafer Paşa'nın H. 1179/M. 1765 tarihli vakfiyesi, Vakıflar Genel Md. Arşivinde Esas 8/1, 2314, Defter 626/2, s. 551-612'de kayıtlıdır)
3-BOA, C. BH. 8536 (M 1149 / Mayıs 1736) belgesinde ise “Kapudane oğlu Mustafa kapudan ibn-i Ahmed” şeklinde geçmektedir. Bu belge babasının da kaptan olduğunu ispat etmektedir...

-Kızılhisarlı Kaptan Mustafa Bey’in seceresi ise, Ege Ünv. Tarih Bölümü’nden Dr. Ömer BIYIK’ın çıkardığı şemada görüldüğü gibidir.
Fotoğraf açıklaması yok.

Eldeki mevcut kayıtlardan öğrendiğimiz kadarıyla Ömer Ağa / Bey adında bir tek kardeşi vardır. Aşağıdaki aile ağacı şemasının ortalama bir Osmanlı Beyi aile-sülalesini yansıtmadığı kabul edilmelidir.(1*)
Fotoğraf açıklaması yok.
1710’lardaki Osmanlı İmparatorluğu aile yapısı bugünkünden çok farklıydı. Kızılhisariler sülalesinin geçmişi, nereden geldikleri, ihtida edip etmedikleri tam bilinmese de bir denizci olan Kaptan Mustafa Bey’in dede, ana-baba, eş, çocuklardan oluşan bir çekirdek ailesinin yanısıra; kardeş, amca, teyze, kuzen vb. lerinden oluşan bir sülalesi; kahya, koruma, köle, hizmetçi, cariye vb. den oluşan bir maiyeti ve fırkatesindeki leventler, askerler de dahil dümenci, yelkenci, vb. den oluşan kalabalık bir tayfası vardı...
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve ayakta duran insanlar
-KAPTAN MUSTAFA BEY, EĞRİBOZ UMERA-ULEMA-EŞRAF ZÜMRESİNDENDİ
Kızılhisarlı Mustafa Bey ve soyu, kesin olmamakla beraber 1330’lu yıllarda veya 1470’lü yıllardan itibaren Eğriboz’da yaşıyordu. Osmanlı-Rus deniz muharebeleri belgelerine göre kaptanlık / reislik ezelden beri aile mesleğiydi.
Eğriboz-Mora havalisinde deniz derinliği ölçümü, iskandil taraması gibi ilmi hususları bu aileden daha iyi bilen bir başka ailenin olmadığı neredeyse kesindi. Kızılhisarlı Mustafa Bey, Eğriboz’un ileri gelen simalarındandı.
Eşraftan biri olduğu için de Eğriboz Adası'ndaki muhafız, kadı, serdar vb. görev yapan daha sonra yüksek mevkilere çıkan ya da yüksek mevkilerden Eğriboz muhafızlığına gönderilen tüm şahsiyetleri tanıyor ya da biliyordu.
1687’nin baş defterdarı Seyit Mustafa Paşa,1692’nin Kaptan-ı Deryası İbrahim Paşa, derya ümerasından Eğribozlu Köse Ali Paşa ve onun oğlu 1709’deki Kaptan-ı Derya Eğribozlu Mehmet Paşa, 1706’daki Sadrazam Numan Paşa, Eğriboz muhafızlığından kaptan-ı deryalığa yükselen Canım Mehmet Hoca, 1731 de sadrazamlıktan azledilip Eğriboz muhafızlığına gönderilen Kabakulak İbrahim Paşa gibi şahsiyetler bunlardan bazılarıydı.
Kızılhisarlı Mustafa Bey, zaten bu ilişkiler sayesindedir ki, ilerleyen yıllarda devlet-i ali ricalinin dikkatini çekebilmişti...


KIZILHİSARİ SÜLALESİ EĞRİBOZ'A NEREDEN NE ZAMAN GELMİŞTİ ?
-Kaptan Mustafa Bey’in atalarının mühtedi olmadıkları varsayımından hareketle Eğriboz’a nereden geldiğine dair iki olasılık var. Bunlardan biri, 14.yy’da Aydınoğulları-Karesioğulları zamanı; diğeri de 1470 te Eğriboz’un fethedildiği Osmanlı İmparatorluğu zamanı.
14.YY’DA AYDINOĞLU TÜRKLERİ ve EĞRİBOZ (Negroponte-Evia)
14’ncü yy başlarında Ege Denizi, Haçlılar Birliği St. John Şövalyeleri, Bizans, Venedik, Ceneviz, Katalan ve Türklerin egemenliklerini kanıtlamak üzere rekabet ettikleri bir denizdi... Aşağıda linki verilen ve Doç.Serdar ÇAVUŞDERE’nin çevirisini yaptığı Prof. Elizabeth A. ZACHARIADOU'nun Papa John’a ait Mayıs 1318 tarihli bir mektuba dayanarak, yaptığı araştırma, 14’ncü yy ın başlarında Ege Denizi'nde Katalan-Türk işbirliğini ispat etmiştir. Bu mektup, Kral ALFONSO’nun Eğriboz’a Küçük Asya’dan çok sayıda Türk nüfus naklettiğini; Katalan ve Türklere Eğriboz’u hedef gösterdiğini ortaya çıkarmıştır.

Umur Bey, Bizanslı tarihçi NIKHEPHOROS GREGORAS'ın deyimi ile “Denizlerin, Ege adalarının, Eğriboz’un, Peloponnesos’un, Girit’in, Rodos’un ve Bizans’a kadar tüm Tesalya sahillerinin hâkimi” olmuştu...(2*)
Fotoğraf açıklaması yok.
-Eğriboz Adası, Venedik’in Ege Denizi'ndeki en stratejik konuma sahip mülklerinden biriydi ve 1318-1329 yılları arasında Atina’daki Katalanlar ile Aydınoğulları’nın oluşturduğu Türk-Latin ittifakı bölgedeki Venedik çıkarlarını tehdit ediyordu. Türk akınları 1329’a kadar durmak bilmemişti. Bu da Rodos Şövalyeleri, Bizans İmparatorluğu ve Venedik’i ister istemez yakınlaştırıp müttefik yapmıştı.
Ancak tüm bu çabalar, Eğriboz’u Umur Bey’in haraçgüzarı olmaktan kurtaramamıştı ki, bunu vakavünist Enveri Tarihi de doğrulamaktadır. 1337’lerde Eğriboz’un, Mora’nın, Çanakkale’ye kadar Teselya kıyılarının ve adaların Latin ve Bizanslı halkı tedricen Türk emirlerinin haraçgüzârı olmuştu. Aydınoğlu Umur Bey, Ege Denizi’nin korkulu rüyası haline gelmişti...

-Türklerin haraçgüzârı olan bu yerlerde mukim Latin veya Bizanslı yetkililer tarafından bizzat toplanan haraç, daha sonra Türklere teslim ediliyordu. Bu yeni haraca adalarda ''Tourkoteli'' deniliyordu. Haraçgüzar bu yerlerde yaşayan ahalinin, Türklere karşı harekete geçmiş bir Hıristiyan donanması veya korsan gemisi yaklaştığını öğrendiklerinde Türkleri bilgilendirme gibi önemli bir yükümlülüğü vardı.
Öte yandan, Kandiya (Girit) Dukası ile Menteşe Emiri İbrahim Bey arasında bir antlaşma olduğunu gösteren 1337 tarihli başka bir belge, Eğriboz’un sadece Aydınoğulları değil, Alfonso’nun bir diğer müttefiki olan Menteşeoğullarının da haraç güzarı olduğunu kanıtlamıştır... (3*)
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve yazı
-Haraçgüzarlık bir hegemonya biçimiydi ve bir nevi baş-can güvenliği vergisi anlamına geliyordu. Öte yandan bu haracın toplanmasında o yerde bir miktar Türk’ün de barınıyor olması gerekiyordu. Eğriboz Adası, Katalan-Türk işbirliği sonucu 1318 ve sonrası hem Türklerin haraçgüzarı hem de Katalanların dükalığı olmuştu.
Papa destekli Atina Dükü de olan Kral Alfonso Fadrique, Eğriboz’u fethedince eski Venedik Tiranı, Kızılhisar Lordu Boniface Verona’nın kızı Marulla ile evlenmek istemiş ve Eğriboz’u onun çeyizinin bir parçası olarak kabul etmişti. (4*). Alfonso zamanında Ada’ya çok sayıda Türk-Müslüman yerleştirilmişti.
Görüntünün olası içeriği: 1 kişi
Adaya yerleştirilen Türkler muhakkak ki kendi başına dağınık değil, askeri idari örgütlü bir yapıya sahipti. Ada, sonraki yıllarda tekrar Venediklilerin eline geçmişse de Türk akınları bitmemiş ve hatta bu kez Venedikliler haraç ödemeye devam etmişti.
Nitekim bir başka kaynak bu durumu şöyle doğrulamaktadır: Aydınoğulları’nın 1338-1339’de 110 gemi ile katıldıkları seferde ilkin Atina yağmalanmış, ardından SIPHNOS, SIKINOS, NAKSOS, PAROS adaları tahrip edildikten sonra Eğriboz adasına varılmış ve buranın Venedikli valisi tarafından karşılanmışlardı...
Venedik Devleti, Aydın Oğulları Beyliği ile ilişkileri düzeltmek için Girit (Kandiye) Dukası GIOVANNI SANUDO'yu görevlendirmişti...

-Bu dükanın Ayasuluğ’a Umur Bey’in ölümüyle birlikte yerine geçen kardeşi Hızır Bey’in nezdine gönderdiği bir elçilik heyetiyle yapılan görüşmeler sonucunda 9 Mart 1337 tarihinde Aydınoğulları Beyliği ile Venedik Devleti arasında bir barış antlaşması imzalanmıştı. Bu antlaşmada Hızır Bey’den “Türkiye Beyi” diye bahsedilmişti... (5*)

Görüntünün olası içeriği: okyanus, açık hava ve su

Velhasıl, küçük bir ihtimal de olsa Kızılhisarlı Kaptan Mustafa Bey’in üst soylarının, vur-kaç akınları döneminde Eğriboz’a yerleştirilen Türkler arasında bulunmuş olabileceği ileri sürülebilir. Ancak, böylesi Türk yerleşimleri kalıcı olamamıştı. Çünkü Atina-Eğriboz bölgesindeki Türk-Katalan hegemonyası kısa sürmüş; yeniden tesis edilen Venedik hegomonyası ise yaklaşık 120 yıl devam etmişti; ta ki Osmanlı’nın 1470 yılındaki kuşatmasına kadar...

Bu yazı ve çizimler için Mehmet Çilsal'a teşekkürler...
KAYNAKLAR
(1*)- Yörükân-i Menteşe Defteri’ne Göre Sıravolos Kazası ve İktisadȋ Hayatı, Dr. Murat Alandağlı
(2*)-SELÇUKLU-BİZANS MÜNASEBETLERİ (1116-1308) DOKTORA TEZİ; Dr.Yusuf AYÖNÜ
(3* )- GÜVENLIK, EŞKIYALIK VE BODRUM, Dr. Olcay Pullukçuoğlu Yapucu, https://www.academia.edu/37556443/Guvenlik_Eskiya_ve_Bodrum.pdf
(4*)-"Hurufat Defterlerine Göre Serulus/Seravlus Kazası Vakıfları ve Vakıf Eserleri" Dr. Hasan DEMİRTAŞ (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı)
(5*) -Bodrum Yarımadası’nın Tarihi Coğrafyası/Prof. M. Akif ERDOĞRU-Prof. Ahmet ÖZGİRAY
(6*)-XIV-XVI. YÜZYILLARDA MENTEŞE LİVASINDA DEĞİRMENLER, Prof. Ahmet YİĞİT
(7*)-Bkz-Essai de chronologie des campagnes de construction du château Saint-Pierre Bodrum, Monsieur Prof. Jean-Bernard de Vaivre https://www.persee.fr/doc/crai_0065-0536_2009_num_153_2_92516
(8*)-Evliyâ Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî- EVLİYÂ ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ; Yücel DAĞLI - Seyit Ali KAHRAMAN - Robert DANKOFF


(1*)-3.ULUSLARARASI HER YÖNÜYLE BODRUM SEMPOZYUMU; Kızılhisarlı Mustafa Paşa ve Ailesi Üzerine Bilgiler; Dr.Ömer Bıyık
(2*)-TÜRKLERE KARŞI HAÇLI DONANMA İTTİFAKI TEŞEBBÜSÜ VE İZMİR HAÇLI SEFERİ: 1341 – 1351 Serdar ÇAVUŞDERE http://www.johschool.com/Makaleler/1287982781_1.%20Serdar%20%c3%87avu%c5%9fdere.pdf
(3*)- ATİNA KATALANLARI VE EGE BÖLGESİNDE TÜRK YAYILMASININ BASLAMASI THE CATALANS OF ATHENS AND THE BEGİNİNG OF THE TURKİSH EXPANSİON İN THE AEGEAN AREA ; PROF ELİZABETH A. ZACHARİADOU; ÇEVİRİ DOÇ. SERDAR ÇAVUŞDERE http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/941/11718.pdf

(5*)-AYDIN OĞLU HIZIR BEY – Doç Dr.Hüseyin KAYHAN

1924 Erzurum Depremi ve ATATÜRK

1 EKİM 1924 - ATATÜRK'ün, Erzurum'da "Depremden Zarar Görenlere Yardım Komisyonu"nun çalışmalarını denetlemesi ve fe...