4 Haziran 2019 Salı

1864 doğumlu Kadri Usta

Kendisi de şerbetçi olan babası İbrahim Efendi'den şerbet ve sübye yapmanın inceliklerini öğrenmiş ve babasının yanından ayrıldıktan sonra başta ayva, şeftali, karadut, nar, muşmula, kavun, kızılcık, mandalina, turunç, portakal, muz, çilek, Frenk üzümü ve dağ yemişi olmak üzere yaptığı şerbetlerle İzmirlilerin beğenisini kazanmıştı. Şerbetleri çok tutulan Kadri Usta'nın şerbetini yapmadığı meyve kalmamış, kendisi yalnızca kiraz ve karpuzdan şerbet yapmadığını söylemiştir. Yaşadığı yıllarda yalnızca İzmir'de değil, İstanbul'da da onun kadar çeşitli şerbet yapan bir usta olmamıştır.. İzmir'deki şerbet satış fiyatı zamanın belediyesi tarafından bir metelikten, yarım meteliğe indirilince, Kadri Usta bu işe kızar ve 1897 yılında İzmir'i terk ederek İstanbul'a yerleşir. Yanına aldığı on kadar çalışanını kendi geliştirdiği büyük boyutlu, âlemlerle, zincirlerle süslü güğümüyle donatır. Eminönü ve Sirkeci civarında çalışır. İstanbullular, ihtişamıyla dikkat çeken bu şerbetçi güğümüyle ilk kez İzmirli Kadri Usta aracılığıyla tanışır. Bu güğüm diğer şerbetçilere de ilham vermiş ve o tarihlerde "İzmirkâri" diye adlandırılan güğüm, İstanbul şerbetçileri arasında bu tarihten sonra yaygınlaşmıştır..


Kadri Usta'nın günün birinde Sirkeci'de büyük bir kalabalığa rastlaması meslek hayatının önemli bir aşamasına kapı aralar. 

Bu kalabalık, Yunanistan sınırına gönderilen askerlerdir.
Birden yakındaki mola taşının üstüne bir hoca çıkar ve askerlere dua etmeye başlar.

Meydandaki herkes duygulanır ve ağlar.. Kadri Usta birkaç gün sonra Mısır Çarşısı'nda 
bu hoca efendiye rastlar ve göğsünde dördüncü rütbeden bir nişan görür.

O nişanın, izlediği dua olayından sonra padişah tarafından gönderildiğini öğrenince 
kararını verir.
Cepheye giden askerlere ve Yıldız Hastanesi'ne getirilen yaralılara hayır olarak şerbet yapıp dağıtacaktır.

Yanına on yardımcı alan Kadri usta hemen hazırlıklara başlar.
O gösterişli güğümlerinden yaptırır, çıraklarını güzelce süsler ve boy sırasına koyarak 
Yıldız Sarayı'na getirir.

Gazilere portakal şerbeti dağıtmak istediğini söylediği saray yaverleri kendisinden kuşkulanarak fırka merkezindeki paşaya götürürler.

Kadri usta orada da "Her Cuma günü gazilere şerbet dağıtmaya kararlı" olduğunu tekrarlar.
Kendisini beş saat beklettikten saraydan izin gelir.

Üstelik Sultan Abdülhamid, bu şerbet alayını görmek de istemiştir.

Kadri Usta çalışanlarının üstlerine başlarına çeki düzen verdikten sonra padişahın baktığı pencerenin önünden geçer.

Sonunda hastanedeki doktorlarca da onaylanan şerbetler tam beş ay boyunca her Cuma günü ve her seferinde 1280 bardak olamak üzere gazilere dağıtılır.

Kadri usta 11. hafta sonunda Sanayi Madalyası, 20. hafta sonunda da Yunan Harbi Madalyası ile ödüllendirilir.

Sarayın bir seyyar satıcıya madalya vermesinin belki de yegâne örneğidir bu..

Bu hadiseden 1-2 yıl sonra İstanbul yangınlarından birinde Kadri Usta'nın evi yanar.

Tanınmış bir kişi olarak belediyeden umduğu yardımı göremeyince hayal kırıklığı içinde İstanbul'u terk ederek İzmir'e döner.

(NEJAT YENTÜRK, "Ayaküstü İzmir")

"ZEYTİNYAĞLI YİYEMEM AMAN" türküsünün acı gerçeği;

BURSA yöresine ait olan bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan KAPLAYAN’dan kaynak gösterilerek Muzaffer SARSISÖZEN tarafından derlenmiştir... MARSHALL PLANI 2. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştır. ABD geçmişten beri dünyanın en büyük mısır üreticisi ülkesidir. ABD birikmiş olan mısır stok dağlarını eritmenin bir yolu olarak mısır özü yağı ihracatını keşfetmiştir. MARSHALL YARDIMI koşullarından biri Türkiye’nin ABD’den mısır özü yağı satın almasıdır... (Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi, Osman Nuri KOÇTÜRK, Toplum Yayınları, 1966). Buna koşut olarak Türkiye’de ilk margarin fabrikası kurulur. Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek çok büyük bir ZEYTİN KATLİAMI yapılır. Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü ABD tarafından Dolar karşılığı alınır ve mısırözü yağı TL karşılığında satılır...





Türk insanı zeytinyağından soğutularak mısır özü yağına ve margarine alıştırılır. Bu amaçla zeytinyağı ısınırsa kanser yapar gibi yalanlar uydurmaktan da geri kalınmaz.
Hâlbuki zeytinyağı halk ağzındaki deyişiyle dumanlaşma derecesi en yüksek (en zor yanan) sıvı yağlardan biridir.
Bununla da kalınmaz, kötülemek için tıpkı bugün yapılan halkla ilişkiler endüstrisi
çalışmaları gibi “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmadan fistan giyemem aman…”
diye türkü sipariş edilir ve ülkenin en popüler türküsü yapılır.
Katı yağ/margarine mahkûm edilen halk, 20-30 yılda bir kaşık yağa bile muhtaç
hâle getirilir. Ve basma giyen kadınlar, plastik giysilerle tanıştırılır…

Lao Tzu... Acele karar vermeyin

Ünlü Çin düşünürü Lao Tzu'nun zamanında geçer.. Lao Tzu bu öyküyü çok sever, sık sık anlatırmış..
Efendim köyde bir yaşlı adam varmış.. Çok fakir.. Ama kral bile onu kıskanırmış.. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki.. Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış..
"Bu at, bir at değil benim için.. Bir dost.. İnsan dostunu satar mı" dermiş hep..
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok..
Köylü ihtiyarın başına toplanmış..
"Seni ihtiyar bunak.. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler..
İhtiyar "Karar vermek için acele etmeyin" demiş.. Sadece 'At kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu.. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.."
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.
Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş.. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.
Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler..
"Babalık" demişler.. "Sen haklı çıktın.. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için.. Şimdi bir at sürün var.."
"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar.. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?.." Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler..
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara..
"Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler..
İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu.. Ötesi sizin verdiğiniz karar.. Ama acaba ne kadar doğru.. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler..
"Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.."
"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar.. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde.. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlarmış, etrafına anlattığında:
"Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. 
Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten 
kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, 
dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara 
zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz 
yapar.Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. 
Bir kapı kapanırken, başkası açılır. 
Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta 
olduğunu görürsünüz."




1924 Erzurum Depremi ve ATATÜRK

1 EKİM 1924 - ATATÜRK'ün, Erzurum'da "Depremden Zarar Görenlere Yardım Komisyonu"nun çalışmalarını denetlemesi ve fe...