23 Haziran 2019 Pazar

Hɑkikɑt tɑrɑfsız olmɑdıkçɑ, toplumun bekɑsı tehlikeye düşer.


Fransız sosyolog Émile Durkheim (1858- 15 Kasım 1917)

"Hɑkikɑt tɑrɑfsız olmɑdıkçɑ, toplumun bekɑsı tehlikeye düşer."

"Tutku bireyleştirir, ɑmɑ köleleştirir de."

"Eğer insɑnlɑrı mutluluğɑ kɑvuşturmɑyɑcɑksɑ sosyolojiyle bir sɑɑt uğrɑşmɑyɑ değmez."

Sosyolojinin kurucularından sayılmaktadır. Sosyoloji adı her ne kadar August Comte tarafından verilmiş olsa da, Fransız Sosyolojisi 19. yüzyılın sonundaki güçlü etkisini ona ve onun kurmuş olduğu L'Année Sociologique isimli yayına borçludur.

15 Nisan 1858 tarihinde Epinal, Loren'de bir Yahudi Hahambaşı'nın oğlu olarak dünyaya geldi. Felsefe öğretmenliği yaptı. 1885 de Almanya'da bulundu. 

Fransa'ya dönüşte yayımladığı makaleler ilgi topladı. 1887 Bordeaux Üniversitesi'nde ders vermeye başladı. 1902 yılında Sorbonne Edebiyat Fakültesi'nde çalışmalarını sürdürdü. 1906 yılında Buisson'un ölümü üzerine Sorbonne Eğitim bilim Profesörlüğüne getirildi.

Durkheim toplumbilimi kendi olgularını kendi ön dayanaklarıyla işleyen bir bilim durumuna getirdi. Auguste Comte'un fiziği, Herbert Spencer'in biyolojiyi örnek alıp inceledikleri toplumsal olaylar ona göre yalnız kendi türünden olaylarla açıklanabilir, "toplumsal olay" bireye bağlı ve bireyle başlayıp biten bir süreç değildir. 

Toplumsal olay bireyi aşkındır, birey ona katılır. Her birey için toplumsal olaya katılmak kaçınılmaz bir zorunluktur. 

Çünkü toplumsal olaylar; genel zorunlu bireyi ve bireyler arası ilişkileri belirleyen din, ekonomi, hukuk, ahlâk, siyaset, bilim ve sanat türünden olaylardır. İnsanın kendine özgü bireyliğini ve topluma özgü toplumsallığını saptar. İnsan genel doğruları hazırca, tartışıp araştırmadan toplumdan alır. 

Bu doğrular: bireyin, kendisi, başkaları, insanlar arası ilişkiler, doğa, evren olguları üzerine yargılarına temel dayanak olur.

Toplum bir başka yanıyla da insana ilişkin her kurumun temeli olup doğal bir bileşimdir. Kurumlar örneğin din ve Tanrı anlayışı da topluma bağlıdır ve onunla birlikte gelişip evrimleşir.

Durkheim bilgi anlayışında toplumun görüşünü örnek alır. Bilgide en genel kavramlar tek tek şeylerin tümünden bağımsız olmayıp tersine onlara uygulanabilen, topluma ilişkin kavramlar olduklarından en geçerli kavramlardır. 

Bunların mutlak, öncesiz sonrasızca doğru ve kesin kavramlar oldukları da söylenemez. Bilginin temel taşları olan genel kavramlar toplumla birlikte zaman ve uzam bağlamında değişip gelişen kavramlardır.

Din sosyolojisi ile ciddi olarak ilgilenen Durkheim'in eserlerinin bir kısmı Türkçeye çevrilmiştir. Comte'un takipçisidir. Toplumu, Tanrı yerine koymuştur. Burada kasıt inançlı bir kimse davranışlarda bulunurken Tanrı'sını nasıl gözetirse "birey"inde davranışlarda bulunurken toplumu aynı şekilde gözettiğidir.

15 Kasım 1917'de Paris'te ölmüştür.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, oturuyor ve sakal

LASSWELL MODELİ

Kitle İletişim Modelleri, başta kitle iletişimi olmak üzere; iletişimin bilimsel olarak çözümlenmesini amaçlayan sistematik kavramlardır. Aslında Aristo’dan beri incelenen davranış ve insan iletişimi, kitle iletişimin ortaya çıkmasıyla hız kazanmıştır. Radyo Çağı
ile başlayan bu araştırmalar, TV ile kuramsallaşmaya da başlamıştır. Günümüzde ise İnternet teknolojisinin gelişimiyle, eski kuramlar bazen yanlışlanmış, bazen de yenilenmiştir. Ancak temelde yeni kuramların çoğu eski araştırmalara dayanır.
Kitle İletişim Kuramlarının en önemlilerinden biri (ve belki de en ünlülerinden olan) Lasswell Modelidir. Aslen bir siyaset bilimci olan Harold Dwight Lasswell, ortaya attığı bu çizgisel iletişim anlayışıyla, iletişim biliminde öncü konumuna yükselmiştir.
Harold Dwight Lasswell, 13.02.1902 ABD doğumludur. Davranışçılık akımının öncüsü olarak bilinen Lasswell; Chicago Üniversitesinde eğitim aldıktan sonra, Londra, Paris, Cenevre, Berlin Üniversitelerine devam etti. Chicago, New York Kent, Temple ve Yale gibi saygın üniversitelerde dersler verdi. Ayrıca 2. Dünya Savaşında da Kongre Kitaplığında resmi görevde bulundu. Bu saygın konumu ve yazdığı kitaplarla önce siyaset biliminde, sonra da iletişim biliminde tanınması gerçekleşti. 18.12.1978’de hayatını kaybetti.
Laswell Modeli için, öncelikle Laswell’in siyaset bilimi hakkında görüşlerine bakmak gerekir. Zira bu görüşler, iletişim modelinin temelini oluşturur. Lasswell’e göre siyasette en önemli kavram “iktidar”dır. Kontrol etme gücüne kavuşan kişi veya kurumlar, topluma “etki” verir. Yani onların ne düşüneceklerini ne söyleyeceklerini aşılayabilir. Politics: Who Gets What, When, How (Siyaset, Kim, Neyi, Ne Zaman, Nasıl Elde eder?-1936) adlı kitabı Lasswell’in temel görüşlerinin kaynağı olmuştur.
Lasswell Modelinin ortaya çıkış tarihi, 1948 olarak gösterilir. Ancak yukarıda bahsettiğimiz gibi bu modelin kökleri 1936’ya dayanır. Bu açıdan bakıldığında birbiriyle benzerlikler gösteren ünlü Shannon-Weaver kuramlarının hangisinin önce modellenmiş olduğu tartışılabilir. Lasswell Modeli gibi, Shannon-Weaver modeli de “Ana Akım” iletişim modellerinin öncüsü sayılır. Her iki kuramda çizgisel bir anlayışla hazırlanmıştır.
Lasswell Modelinin temel soruları şunlardır: Kim, Neyi, Hangi Kanaldan, Kime, Hangi Etkiyle… Görüldüğü gibi bu kavramların bazılarını daha önce siyaset bilimi için kullanmıştır. Bu modele göre iletişim doğrusal bir çizgidedir. Bu çizgiye göre bir kişi veya kurum, bir mesajı bir iletişim aracı vasıtasıyla izleyici/dinleyiciye iletir.onurcoban Bu ileti gerçekleşince izleyici/dinleyici belli bir yönde etkilenir. Örnek vermek gerekirse, Bir Devlet Kurumu, ekonominin çok iyi gittiğini, kitle iletişim araçlarından (örneğin TV) topluma duyurmaktadır. Bunu yaparken insanlara “iyimser bir ekonomik durum” aşılamaya başlamıştır. Çoğu kişi bu modelin “sıradan” olduğunu düşünebilir. Ancak bu modelin öncü bir model olduğu ve 1930-1950 gibi çok erken bir tarihte şekillendiğini unutmadan devam edelim.
Kim, sorusu mesajın kaynağını temsil eder. Burada önemli olan bu “kimin”, inanılır olup olmadığı gibi, karakteristik özellikleridir. 20. yüzyılın başında, devlet başkanları, sözüne inanılır liderlere güzel bir örnektir. Kitleler bu “kimi” tanıyacaktır. Günümüze uyarlarsak popüler isimleri “kim” olarak güvenilir gördüğümüzü söyleyebiliriz. Örneğin, toplumlar, bir devlet başkanından çok, ünlü bir film yıldızının çevre konusunda duyarlılığına daha çok ilgi gösterebilirler. Görüldüğü gibi algılar değişse de temel kavramlar sabit kalmaktadır.
Neyi, kavramı iletilen mesajın ne olduğunu ortaya koyar. Burada mesaj daha sonra açıklayacağımız “etkinin” somut halidir. Kitlelere ulaştırılmak istenilen etkinin ön planda olan duruşu olan “neyi” kavramının bunu başarıp başarmaması burada önemlidir. Örneğin, “savaş kötüdür” mesajını iletirken, savaşın yarattığı insan katliamlarını mı gösteriyoruz yoksa savaşın yarattığı ekonomik zararı mı? İnsanlarda sonuçta “savaş kötüdür” düşüncesi yaratsa da, bunu hangi örnekle yaptığımız, alt metin olarak çok önemlidir.
Hangi Kanaldan, iletinin gönderilme yolunu sembolize eder. Kişisel iletişimde sözlü veya yazılı iletişim bu kanalı karşılayabilir. Ancak burada bahsedilen kitle iletişim araçlarıdır. Modelin ortaya çıktığı yıllar göz önünde bulundurulduğunda Lasswell’in radyodan ve bir ölçüde TV’den bahsettiğini düşünebiliriz. Temelde kitle iletişim araçlarıonurcoban bu kuramda “teknik” olarak görülmektedir. Radyo veya TV’nin iletişimin doğru işlemsindeki avantajları ve dezavantajları modelin konusudur. Günümüzde internetin hatta sosyal medyanın mesajı iletirken kullandığı yöntem ile klasik Radyo-TV yöntemi birbirinden farklıdır. Model bu konudan yüzeysel kalsa da, ileride “teknolojik yaklaşımlar” kuramları için bir öncüdür.
Kime ile kast edilen alıcıdır. Bu modelde alıcı, toplum yani kitlelerdir. Alıcı, bu modelin ana hatlarından biri olduğu kadar bir o kadarda “pasiftir”. Alıcı olmadan sağlıklı bir iletişim olmaz. Tüm iletişim modeli, mesajın “Kime” iletilmesi üzerine kuruludur. Ancak bu noktada önemli olan alıcının bu modelde mesajı almak dışında bir fonksiyonunun olmamasıdır.onurcoban Alıcı verilmek istenilen mesajı sorgusuz kabul eder. Onun doğru olup olmadığını sorgulamaz. Geri bildirim kavramı –daha sonra ortaya çıkan modellerin aksine- bu kuramda yer almaz. Toplum sadece etki altında bulunulan bir “alıcıdır”. Bu modelin en zayıf yönü olarak gözükse de henüz kuramsal araştırmaların olmadığı bir çağda “öncü” model olduğu gerçeğini değiştirmez. Günümüzde bile çoğu model bu yaklaşımı temel alır. Ancak onu “geri bildirim” gibi kavramlarla süsleyerek… Alıcının “düşünmeyen” bir “kime” olması günümüzde pek kabul edilmez. Ancak reklamcılık ve medya sektörü bu şekilde yürümeye de devam edebilir. TV kanalları “halk bunu istiyor” argümanıyla en bayat dizileri ve programları yayınlayabilir. Oysa bu soru “halka” sorulmamıştır. İronik bir biçimde bu programlar izlenir. Lasswell’in modeli bu noktada geri bildirimsiz olsa da, gayet çalışır.
Hangi etkiyle, modelin temel noktasıdır. Siyaset biliminden yola çıkan model “etki” kavramını ve propaganda anlayışını sorgular. Modele göre, “kim” gönderdiği bir mesajla “alıcıları” yönlendirebilir. Onların isteklere yön verir. Alıcılar pasiftir. Bu özellikle 1930-1940lı yılların Nazi Almanya’sı ve Faşist İtalya’sı gibi örneklerde kendine yer bulur. Propaganda amaçlı hazırlanan yayınlar o çağda kitlelere yön vermeyi başarmıştır. Otoriter iletici, toplumun nasıl düşüneceğine karar vermektedir. Demokrasi kültürü olan ABD gibi ülkeler de savaş yıllarında bu taktiği kullanmışlardır. Karşı propaganda özellikle soğuk savaş yıllarında etkili olmuştur. Ancak 1960’lardan itibaren kitlelerin bilinçlenmesi ve alternatif medyaların çoğalmasıyla bu etki zayıflamıştır.
Günümüzde hala kitle iletişiminin “etki” yarattığı bir gerçektir. Ancak artık tek bir “kim” yoktur. Bu yeni modellerin şekillenmesine neden olsa da Lasswell’in anlayışı hala geçerlidir. Ancak Lasswell, modelinde sosyal etkilere yer vermez. Onun anlayışına göre alıcılar homojen ve her şeyi kabul eden kitlelerdir. Bu yüzeysel bakış günümüz şartlarında yeterli değildir. Ayrıca daha sonra ortaya konan “gürültü” gibi kavramları içermez. Bu modele göre ileticiden çıkan mesaj kusursuz bir biçimde alıcıya ulaşır.
Tüm bu saydıklarımız Lasswell iletişim modelinin günümüz şartları için yetersiz kaldığını ancak iletişimin temellerini anlamamız için zorunlu olduğunu ortaya koyar. Modelin “basit” yapısı onu her tür medyaya uyarlamanın kolaylığını sağlar. Bu açıdan Lasswell Modeli, siyaset biliminde olduğu kadar iletişim bilimi içinde hala önemli bir noktadadır.

Jean Boudrillard ve Simülasyon Kuramı hakkında



Baudrillard’ın bu konuda ortaya attığı en önemli kavramlardan birisi “gerçeklik ilkesi” kavramıdır.

Gerçeklik ilkesi tamamen zihinde oluşan, düşünsel bir süreçtir. Bu algıya göre amaç, umut, geleceğe yönelik düşler şekillendirilir.

Eğer gerçeğin ne olduğu konusundaki algı bir nedenle sakatlanmışsa bireyin artık sağlıklı bir gerçeklik algısı oluşturabilmesi mümkün görünmemektedir.

Bu ilke insanların gündelik yaşamlarını oturttukları önemli bir temeldir aynı zamanda. Dolayısıyla sosyal, ekonomik, toplumsal gelişmelerin sağlıklı yürüyebilmesi için gerekli görülmektedir.

Baudrillard, gerçeklik ilkesi kavramını biraz ideoloji kavramına da benzetmektedir. Gerçeklik ilkesi ve ideoloji kavramları, bireylerin tercihleri üzerinde etkili olan, yapıp etme ya da seçip seçmeme noktasında karar veriş süreci üzerinde söz sahibi sayabileceğimiz kavramlardır.

Gerçeğin ne olduğu konusunda yanıltılan ya da gerçeklik algısı saptırılan bireyler, artık tercihlerini gerçek olmayan fakat gerçekmiş gibi onun yerini alan şey’ler üzerinden yapmaktadırlar.

Tam bu noktada Baudrillard’ın simülasyon kuramının önemli kavramlarından birisi olan simülakr kavramı karşımıza çıkar.

Baudrillard bahsi geçen; gerçek olmayan fakat bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünümleri, simülakr olarak tanımlamaktadır.

Baudrillard’a göre 1960’lardan sonra gerçeklik algısı tamamen değişmiştir. Birey, simülakrların oluşturduğu simülasyon evreninde, akıl ötesi hipergerçeklik ortamında yaşamını sürdürürken düşünsel, zihinsel belirlenim süreçlerinin ortaya koyduğu ekonomik, politik ve sosyal simülakrlar arasında artık sağlıklı olarak düşünce üretilemez hale gelmiştir.

Bu bağlamda en büyük saf simülakrlar da Din ve Politikadır. O, bu şekilde gerçeklik ilkesinin sakatlandığı bir ortamda, sistemin kendi kendisinin sorununu çözmek için hiçbir alternatif yaratamayacağı görüşünü savunmaktadır.

Eğer “sistemin kendi kendisinin gerçeklik ilkesi kaymış ise, aynı sistemin kendi terimlerini, kavramlarını ve ilkelerini kullanarak herhangi bir çözüm sunma şansı da kalmamıştır” görüşünü savunmaktadır.

Bu bağlamda artık Marksist, kapitalist, liberalist ya da neoliberalist, vb… görüş sahibi olmanın da hiçbir anlamı kalmamıştır.

Ortak tek bir ideoloji vardır, o da tüketmekten ibarettir.

Gerçeklik algısının kaybolduğu, tamamen sanal olarak nitelendirilebilecek bir evrende yaşamakta olduğumuz günümüzde - yine Baudrillard’ın kavramları ile söylersek “meta mantığı” (nesnelerin alınıp satıldığı ya da değiş tokuş edildiği)’nın hâkim olduğu bir zamanda - amaç yalnızca tüketmek olarak belirlenmiştir.

Bu tüketimi arttırmak ve yeniden yeniden tüketimi sağlamak içinde her yol mubah görülmektedir.

Simülasyon ortamlarını yaratan televizyonlar, reklâmlar, sanat, üretim nesneleri, ekonomi, politika, eğlence sektörü, sinema sektörü vb... alanların tümü, tüketimi arttırma amacına hizmet etmektedirler.

Düşsel olan ile gerçek olanın artık tamamen birbirine karıştığı patafizik bir evrende, toplumların yaşamlarını belirleyici yegane süreç tüketim ve onun organize edildiği ekonomik unsurlardır.

İnsanoğlu’nun yaşama dair sahip olduğu her şey bir tek formüle indirgenmiş durumdadır. Bu formül Gereksinim + Doyum = Evren formülüdür. Sistem, bireylerde doğal olmayan yöntemlerle simülakrları kullanarak yarattığı simülasyon ortamlarında, özünde gerekmeyen gereksinimler yaratmakta ve birey doyum sağlamak güdüsü ile tüketime zorlanmaktadır.

Öyleki; evrende varoluşun tek nedeni bu güdülerin tatmin edilmesine endekslenmek istenmektedir.

Bireyde bu hissi yaratmak ve tükettirmek için savaşlar çıkartmak, suikastler tertiplemek, sanal terör ortamları yaratarak onlarla mücadele etmek dâhil her türlü yöntemin kullanılması da serbesttir.

Tıpkı Johnson, Nixon ve Ford örneklerinde olduğu gibi. Sistem için sadece, savaş çıkartmak tükettirmek (savunma sanayi için askeri malzeme satmak) ve yine çıkan savaşta yaralananları iyileştirmek için tükettirmek (tıbbi yardım malzemesi, ilaç vb. satmak) esastır.

Doğanın ya da insanların gördüğü zarar sistemin umurunda değildir. Kaldı ki; Baudrillard’a göre ne savaş savaş, nede terör terör olabilir.

Bunlar olsa olsa gerçeğinin yerini alan savaş ve terör simülakrları olabilirler. Bu sarmal döngüsel düzen içerisinde sistem herhangi bir soruna çözüm üretmek ya da açıklama getirmek derdinde değildir.

Aynı anda ortaya çıkan birçok kavram (eş anlamlı ya da zıt anlamlı), bir yandan kavram kirliliği yaratırken diğer yandan birçok şey söylüyormuş gibi görünüp aslında hiçbir şey söylememektedir.

Televizyon ekranlarında yapılan bunca konuşma, açık oturum, tartışma programları vb. tam da bu görevi yerine getiren birer demokrasi simülakrlarıdır.

Tüm bunlar, gerçeklik algısının kaybolduğu bir evrende, gerçek olandan daha gerçekçi bir hipergerçeklik yaratmaktadır.

Herkes hakça fikrini söylüyor gibi görünmektedir, fakat sahnede mobiyüs şeridi metaforunu andıran bir çözümsüzlük, sonuçsuzluk oyunu oynanmaktadır.

ÜretErit formülü ile süreç işletilmekte ve bu formül sürekli tekrarlanarak yeniden üret, yeniden erit denilmektedir...
Jean Baudrillard ile ilgili görsel sonucu

Reichstag Yangını



Hitler'in sebep gösterip ülkede düzeni sağlamak adına 24 Mart 1933'te Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg'un imzasıyla elde ettiği diktatöryal güce kavuşmasından önce Alman parlamentosunun toplandığı ve Hitler'in diktatörlüğünden 1945'te dağıtılana kadar sözde parlamento olarak kullanılan Reichstag'ta 27 Şubat 1933 akşamı çıkmış olan yangındır.
Reichstag Yangını ile ilgili görsel sonucu


















1933 yılının Ocak ayında, komünistlerin bir genel grevle tüm ekonomiyi işlemez hale getirerek bir “devrimci durum” yaratacakları ya da ülkede iç savaş çıkacağı konusundaki endişeler o derece derinleşmişti ki, Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg Hitler'i, Katolik Merkez Partisi'yle bir koalisyon kurarak istikrarlı bir hükümet kuracağı umuduyla şansölye olarak atamıştır.

Reichstag yangını, Hitler'in şansölye (başbakan) atanmasından sonraki ilk politik manevralarından biri olan genel seçim kararından sonra, tüm partilerin seçim çalışmalarını sürdürmekte olduğu bir dönemde gerçekleşmişti.

Yangının, kundaklama olduğu ortadadır. Soruşturma kısa sürede polisi, Marinus van der Lubbe adında psikolojik sorunları olan bir komüniste götürdü.

Lubbe, yangını çıkaranın kendisi olduğunu itiraf etti.

Yangının sorumlusu olarak Lubbeve komünist liderler yargılanmış olsalar da, yangının gerçek sebebi anlaşılamamıştır.

Parlamento binasını nasyonal sosyalistlerin kundakladığı iddiası da mevcuttur fakat bu da şaibelidir.

Yangının ertesi günü Hitler, Hindenburg'a, anayasanın kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerini ortadan kaldıran bir kararname imzalattı.

İzleyen günlerde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi ve Alman Ulusal Halk Partisi dışındaki tüm partilerin yayınları ve seçim çalışmaları durdurulduğu gibi Almanya Komünist Partisi'nin parlamentodaki 181 milletvekili ve parti ileri gelenleri tutuklanmıştır.



Reichstag Yangını ile ilgili görsel sonucu

1924 Erzurum Depremi ve ATATÜRK

1 EKİM 1924 - ATATÜRK'ün, Erzurum'da "Depremden Zarar Görenlere Yardım Komisyonu"nun çalışmalarını denetlemesi ve fe...