14 Temmuz 2019 Pazar

İstanbul Rasathanesine ne oldu ?

Osmanlı Devleti zamanında kurulan ilk ve tek rasathane  III. Murat zamanında kurulan İstanbul Rasathanesidir. 
Bu rasathane zamanının dünyada ki en modern gözlem evlerinden birisiydi. Fakat çok kısa sürede çalışmalarına son verildi hatta bir gece de yok edildi. 
Rasathanenin kuruluşuna öncülük eden bilim adamı zamanın en ünlü matematikçi ve astronomi Takiyüddin er-Raşit’ti. (Takiyüddin, matematik ve astronomi başta olmak üzere bilimin çeşitli alanlarında  örneğin optik ve tıp araştırmalar yapmıştır. Özellikle trigonometri alanındaki çalışmaları övgüye değerdir. 16. yüzyılın ünlü astronomu Copernicus (1473-1543) daha sinüs,kosinüs, tanjant ve kotanjantın sözünü dahi etmezken, Takiyüddin bunların tanımlarını vermiş, kanıtlamalarını yapmış ve cetvellerini hazırlamış; ayrıca çok eskiden beri kullanılmakta olan altmışlık kesirlerin yerine ondalık kesirleri kullanmaya başlamıştır. Aynı zamanda yetenekli bir teknisyendir. Güneş saatleri ve mekanik saatler yapmış; göllerden, ırmaklar ve kuyulardan suları yukarı çıkarmak için çeşitli araçlar tasarlamış ve bunları bir eserinde ayrıntılarıyla tanıtmıştır.)
Kendisi Mısır’da eğitimini tamamlamış bir süre kadılık ve müderrislik yaptıktan sonra III.Murat’ın müneccimbaşılığına terfi etmiştir. 
Bu görevi sırasında III.Murat ile yakınlık kurmayı başaran Takiyüddin hükümdarın hocası Hoca Sadettin Efendi’nin desteği ile astronomi ve astrolojiye ilgi duyan padişahı rasathane konusunda ikna etti. (Takiyüddin, 1570 yılında İstanbul'a gelir gelmez gözlemevi kurma arzusunu gerçekleştirmek üzere dönemin önemli bilginleriyle temasa geçmiş, bu ilgi ve isteği Vezir Sokullu Mehmet Paşa ve Hoca Saadettin tarafından desteklenmiştir. Bu ikisi, III. Murat'ı Takiyüddin'in yönetimi altında bir gözlemevi kurulması konusunda ikna etmeyi başarmışlar, konu sonunda Divân'a götürülerek onaylanmış ve böylece Takiyüddin, padişahın adıyla anılacak bir zîc hazırlamakla görevlendirilmiştir (1575).İnşası 1577'de tamamlandı.)
Rasathanede çalışan alimler
Rasathane için gerekçe olarak Uluğ Bey’in rasatlarında bazı hatalar olmasını ve bu durumun da yapılacak yeni gözlemler ile düzeltilebileceğini göstermişti. III.Murat bu konuda Takiyüddin’e tam destek verdi.
Takiyüddin Tophane sırtlarında yapımına 1575 tarihinde başlanan ve 1577’de bir kısmı tamamlanan rasathanede gözlemlerine başladı. O, rasathanede araştırma ve gözlemler için gerekli bütün aletleri temin etmiş zengin bir de kütüphane oluşturmuştu. (Yapılan araştırmalar, bu gözlemevinde inşa edilen gözlem araçları ile, ünlü astronom Tycho Brahe'nin (1546-1601) Danimarka Kralı Frederic H'nin himayesinde Hven'de 1576 yılında kurduğu gözlemevindeki gözlem araçları arasında tam bir benzerlik olduğunu göstermiştir. 
Bu aletler; gökcisimlerinin enlem ve boylamlarının bulunmasında kullanılan "zât el-halâk" (halkalı araç, ar-millary sphere), yıldızların meridyen geçişlerini gözlemekte kullanılan duvar kadranı (libne, mural quadrant), gökcisimlerinin yükseklik ve azimutla-rını bulmaya yarayan "zât el-semt" ve "l-irüfâ" (azimut yarım halkası, azimuthal semicircle), her yönde yükseklik ölçebilen "zât el-şu'beteyn" (cetvelli araç, turquetuni), yıldızların yükseklik ve zenit yüksekliklerini ölçmeye yarayan tahta cetvelden yapılmış "rub-ı mıstara" (rub-ı defe, tahta kadran, cetvelli kadran), Güneş'in ve Ay'ın çaplarını, Güneş ve Ay tutulmalarını hesap etmekte kullanılan "zât el-sakbeteyn" (iki delikli araç, dioptra), ılım noktalarının (ekinoks) saptanmasına yarayan ve Takiyüddin'in kendi icadı olan "zât el-evtar" (kirişli araç), açısal yükseklik ölçen "müşebbehe bi'l-menâtık" (mushabbaha bi'l-manâ-tık) ve aletlerin dakikliğini artırmak için kullanılan "sindi cetveli"dir. Bu aletler dışında Takiyüddin mekanik saati de kullanmıştır. Âlât-ı Rasadiydde ve Sidret el-Müntehâda. saatten bir astronomik alet olarak söz edilir. Bu saatlerin en önemli özelliği, dakik olmaları; dakikayı ve saniyeyi verebilmeleridir. Avrupa'da ilk dakika ve saniye bölümlenmesi, 1550 'li yıllarda yapılmıştır. Takiyüddin de, 1556 yılında kaleme aldığı el-Kevâkib el-Düriyye adlı eserinde "dakika taksimat'ından söz etmiştir. Yıldızların sağ açıklıkları, Güneş'le yıldızlar arasında geçen süreyle ölçülür. Bunun için de dakik saatlere ihtiyaç vardır. Saatler, ancak 16. yüzyılın ikinci yansında bir gözlem aracı olarak kullanılabilecek dakikliğe ulaşabilmişlerdir.) 
Rasathanede bir sekstant

Rasathane iki ayrı binadan ve on altı personelden oluşuyordu. 
Kaynaklara göre gözlemevinin kurulması için hükümetin tahsis ettiği masraf on bin altındır; Bu tutar o dönemde büyük bir miktardır ancak Merâga ve Semerkand gözlemevlerinin masrafları göz önüne alındığında oldukça düşüktür.
Gözlemevinin yerleşim yeri için İstanbul'da Avrupa yakasında bulunan yüksek bir yer olan Tophane sırtlarındaki bir bölge seçilmiştir. 
Bu yer kimilerine göre "Galatasaray Mektebi'nin bulunduğu mevki civarında"; kimi kaynaklara göre Galata Kulesi'nde ve Galata Sarayı'da; kimilerine göre ise Galata Dağı'nın tepesindedir.
Takiyüddin o zamana göre oldukça ileri teknik ve hesaplamalar kullanarak gözlemlerde bulunmuştur. 
Mesela Ekliptik ile ekvator düzlemi arasındaki açıyı bugünkine çok yakın şekilde 23 derece 28’ 40’’olarak hesaplamıştır. 
Yapılan gözlemler not edilmiş ve bu konuda önemli eserler oluşturulmuştur. Araştırmacılar Takiyüddin ile aynı dönemde yaşamış Danimarkalı astronom Tycho Brahe’den daha net ve daha kesin gözlemler yaptığına işaret ederler.

TAKİYÜDDİN'İN İSTANBUL GÖZLEMEVİ'NDE KULLANDIĞI SAAT

Tycho Brahe, gözlem amacıyla üç saat yaptırtmıştır. Takiyüddin de gözlem evinde saati bir gözlem aracı olarak kullanmıştır. 

Âlât-ı Rasadiye'de Batlamyus'un (MS 150'ler), "Zamanı dakik olarak ölçmeyi başarsam, gözlemde tamamiyle bir tasarruf yapabilirdim" dediği nakledilir. 

Takiyüddin, Sidret el-Müntebâ'nın aletler bahsinde de Batlamyus'un dakika bir tarafa, dakiklikte dereceye bile ulaşmak için bir yöntem bulamadığını ve bundan dolayı dakiklikten "sarfı nazar ettiğini" yazar. Buna karşılık Takiyüddin, astronomik saati yapmakla, Batlamyus'un başaramadığını başarmıştır.

Takiyüddin'in kendi icadı olan bu alet, zamanı belirlemek için kullanılan bir tür mekanik saattir. Sidret el-Müntebâ dan anlaşıldığı üzere, üç ayrı saat makinesi takımını kapsamaktadır. 

Her takım, geniş bir rota üzerinde iki akreple bir yelkovanı döndürür. Her üç takımı birden hareket ettiren kuvvet ise, kısa bir ipe bağlanmış olan büyük bir ağırlık tarafından sağlanmaktadır. 

Akrebin biri saati, diğeri derecelere bölünmüş bir daire üzerinde Güneş'in saat açısını, yelkovan ise dakikaları işaret etmektedir. 

Yelkovanın bulunduğu daire 360'a bölündüğünden, her taksimat arası 10 saniyeyi gösterir. 

Böylece bunun yansını alarak 5 saniyeye kadar zamanı tayin etmek mümkün olabilmektedir.

Bu durum uzun sürmedi. 
Gözlemevinin kurulmasına öncülük etmiş olan, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ve Hoca Saadettin Efendi’nin, padişah katında öneminin artmasını çekemeyenler, gözlem evini ona karşı kullanmak istediler. 
Başta, Kadızâde adıyla anılan devrin Şeyhülislâmı Ahmed Şemseddin (ölm. 1580) olmak üzere bazı ileri gelen devlet adamlarının istedikleri fırsat, 1577 yılında ellerine geçti. 1577’nin Kasım ayında, İstanbul’da bir kuyruklu yıldızı gözlemlenmişti. 
Takîyüddîn kuyruklu yıldız gözlemi vesilesiyle Sultan Murad’a ait kehanetlerde bulunmuş ve bu olayı iyi haberler müjdeleyicisi olarak yorumlayarak İranlılara karşı Türk kuvvetlerinin başarılı olacağını söylemiştir. Ancak, bu gözlemin ardından, 1578’de İstanbul’da bir veba salgını baş göstermişti. 
Böylece gözlem evine karşı oluşmuş olan karşıt tavır artmaya başlamış ve saraydakiler bu fırsattan yararlanarak, gözlemevinin kurulduğu her yerde felâketlerin birbirini kovaladığını, Uluğ Bey’in öldürülmesini de örnek göstererek, kanıtlamaya çalıştılar. 
Rasathane hakkında ki son hüküm zamanın ünlü Şeyhülislamı Kadızâde’den geldi. Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi III.Murat’a ‘’yıldızların gözleminin felaket getireceğini; göklerin sırlarını örten perdeyi kaldırmanın uğursuz bir haddini bilmezlik olduğunu; böyle bir gözlemevinin kurulduğu hiçbir devletin varlığını sürdüremediğini’’ söyledi.
Padişah III. Murat bütün bu iddialara paralel olarak Kaptan-ı derya Kılıç Ali Paşa’dan İstanbul Rasathanesini bir gecede yok etmesini istedi. 
Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’ya bir Hatt-ı Hümayun gönderildi. Bir İtalyan devşirmesi olan Kılıç Ali Paşa, 21 - 22 ocak 1580 Perşembe günü, denizden açtırdığı top ateşiyle gözlem evini tüm âletleriyle birlikte yerle bir ettirdi. 
Takîyüddîn, büyük bir olasılıkla Hoca Saadettin Efendi sayesinde hayatını kurtarmış, iki sene sonra da vefat etmiştir.
İstanbul Rasathanesinin çok başarılı çalışmalar yaparken asılsız isnatlar ile yok edilmesi olayının duraklama döneminin başlarına denk gelmesi duraklamanın nedenlerinin işaretlerinden de sayılabilir.
istanbul rasathane ile ilgili görsel sonucu
Merak edenler için Takiyüddin' in eser ve icatları
TAKİYÜDDİN'İN EL-KEVÂKİB EL-DÜHİYYE Fİ BEN-GÂMÂTEL-DEVRİVYEMM ESERİ
Takiyüddin'in bu yapıtı, İslam dünyasında mekanik saatlere ve saat yapımına ilişkin bilinen ilk kuramsal eserdir. Kanunî Süleyman devrinde İmparator Ferdinand'ın sefiri olarak Osmanlı İmparatorluğu'na gönderilen Baron Busbecq'in, seyahatnamesinde Türklerin mekanik saatlere ilgi duymadığını belirtmesinden üç yıl sonra kaleme alınmıştır. Takiyüddin'in cep, duvar, masa saatlerinin yanında astronomik saatlerle gözlem saatlerini de anlattığı bu kitabı, Batı dünyası da dahil olmak üzere, bu yüzyılda bu konuda kaleme alınmış en kapsamlı eserdir.
Kitabın girişinde saatlerin tanımını ve kapsamını veren Takiyüddin, bunları üçe ayırır kum saatleri, su saatleri ve mekanik saatler. Kitabın birinci makalesi, ağırlık sistemine göre çalışan saatlere ilişkin; ikinci makale ise, zemberekli saatlerin yapımı üzerinedir. Makalenin başında, bir zembereğin yapılışı tarif edilir; sonuç bölümünde ise saat yapımının püf noktaları verilir. Takiyüddin yine bu kitabında, 1561 senesinde, namaz vakitlerini bildiren bir saat yaptığından söz etmektedir.
Takiyüddin, Kitâb el-Turuk el-Seniyyefî el-Âlât el-Rûhâniyye (Otomatlar Üzerine Yüce Yöntemler, 1585) adlı eserinde de, makalenin başında sözünü etmiş olduğumuz gibi, çeşitli mekanik saatler, kaldıraçlar, göllerden, ırmaklardan ve kuyulardan suları yukarı çıkarmak için çeşitli araçlar ve fıskiyeler tasarlamış ve bunları ayrıntılarıyla tasvir etmiştir. Burada tasvirleri verilen mekanik aletler, hava, boşluk ve denge prensipleri üzerine yapılan çalışmalara dayanmaktadır.
Takiyüddin, kitabın giriş kısmında mekanik bir göksel saatin yapımını anlatır. Bu mekanik saatle, Ay ve Güneş'in boylamları, hangi ayda ve hangi günde bulunulduğu, Güneş'in hangi burçta olduğu belirlenebilmektedir. Kitabın birinci bölümü, saatler üzerinedir ve bu kısımda kum saatleri ve mekanik saatler hakkında bilgi verilir. Bu bölümün ikinci faslı ay saatinin, üçüncü faslı ışıklı saatin, dördüncü faslı kum saatinin yapımı hakkındadır.

KUM SAATLERİ
Ortadoğu kökenli olan kum saatlerinin, ilkçağlardan beri kullanıldığı sanılmaktadır; Ortaçağ'da -1300lerde- ise yaygın olarak kullanılmışlardır. Bu saatlerde, bir cam bölmedeki kum, dar bir delikten belirli bir zaman diliminde yavaş yavaş alt bölmeye akar ve altta toplanan kumdan zaman belirlenebilir. Bu saatlerin atası su saatleridir. Kum saatindeki prensip su saatindekiyle aynıdır; yalnızca burada suyun yerini kum alır. Kullanımı su saatlerine göre daha kolay olmasına karşın kum saatlerinde saat ölçümü yapmak zordur, zira bu saatler 5, 10, 15, 60 dakika gibi ancak belirli zaman aralıklarını sayacak biçimde geliştirilmişlerdir.
Osmanlılarda bu saatlerin ne zaman kullanılmaya başlandığını bilmiyoruz, ancak denizciliğin yükseliş dönemi olan 16. yüzyıldan itibaren yaygın olarak benimsendikleri bilinmektedir. Osmanlılarda kum saatlerinin hem astronomide hem de namaz vakitlerinin tayininde kullanıldığı da biliniyor.

USTURLAP

Usturlap, Güneş ve yıldızların ufuk yüksekliklerini ölçüp buradan zaman hesabı yapmayı sağlayan bir gözlem aracıdır. 3 ana kısımdan oluşur: 
Birinci kısım, genellikle pirinçten yapılan dairesel bir levhadır. Bunun üzerinde göksel kürenin görünen yarısını temsil eden bir veya iki yay ailesi yer alır. Bunlar yükseklik ve azimutu gösterirler. Bu iki yay ailesi de yerel ufka göre yerleştirilir.

İkinci kısım, diğerleriyle aynı çapa sahip ek bir levha üzerinde yer alan ve "rete" adı verilen kısımdır. Bu kısım ekliptiğin derecelerini ve önemli sabit yıldızların bir kısmının haritasını içerir. Dönüşü, yıldızların gökyüzündeki hareketini temsil eder.
Üçüncü kısım ise birinci levhanın dış kısmı üzerine yerleştirilmiştir ve "alidade" (veya el-hidada) olarak adlandırılır. Birinci levhanın dış kısmına çizilmiş olan taksimatlı kısımdır ve bununla Güneş'in ve gökcisimlerinin yükseklikleri ölçülür.
Usturlap, astronomide gökcisimlerinin yükseklikleri ve zaman hesaplarında oldukça yaygın olarak kullanılmış bir araçtır. Ancak 18. yüzyıldan sonra Avrupa'da kullanılmamış ve Osmanlılarda ise, aynı yıllarda, yapımı usturlaba göre daha kolay olan rub'u tahtası tercih edilmiştir.

RUB'U TAHTASI
Astronomik amaçlarla yapılan gözlemlerde kullanılan duvar kadranının (libne) taşınabilir şekli olan rub'u tahtası, özellikle muvakkitlerin kullandığı bir zaman ölçme aracıdır. Tahtadan imal edilen bu alet, yıldızların yükseklik ve zenit yüksekliklerini ölçmeye yarayan bir çeyrek dairedir. Aletle ilgili ilk bilgiler, Harezmî'nin (MS 780-850 civarı) Mefatih el-Ulûm adlı eserinde yer alır. Rub'u tahtası üzerindeki "zamaniyye yayları" ile gündüz zamanlarını bulmak mümkündür. Yine bu alet yardımıyla trigonometrik fonksiyonlar da belirlenebilmektedir.

KIBLENÜMALAR
Kıblenüma, genellikle yolculuklar sırasında kıble yönünün bulunması ve namaz vakitlerinin  belirlenmesine yarayan bileşik bir alettir. Tahtadan ve genellikle pirinçten ve gümüşten imal edilmiştir ; yuvarlak bir kutu içinde pusula ve Güneş saatinin bir arada bulunmasından oluşur. Mekanik cep saatleri çıkmadan önce yaygın olarak kullanılmış ve bir cep saati gibi ihtiyaçlara cevap vermiştir. Üzerindeki pusula ile yön tayin edilebilmekte, meridyen doğrultusu belirlenebilmekte ve meridyen doğrultusuna yerleştirilen bir gnomon ile gündüz saatleri tespit edilebilmekteydi.
Osmanlılarda çok uzun süreden beri tanınan bu alet, İslam ülkelerinde muhtemelen 11. yüzyıldan itibaren zaman ve yön belirlemede kullanılmıştır. Avrupa'da mekanik saatler ortaya çıkmadan önce, cepte taşınan güneş saatleri mevcuttu. Ancak bu saatlere pusula ilavesi 1500'lü yıllarda yapılmıştır.
Cepte taşınabilecek kadar küçük kıblenümaların yanı sıra, muvakkithanelerde ve gemilerde kullanılmak üzere daha büyük boyutlarda kıblenümalar da yapılmıştır. Bu alet, Osmanlılarda 19. yüzyıl sonlarında mekanik aletlerin ortaya çıkışına kadar kullanılmıştır. 

Ä°lgili resim
Kaynaklar:
1) Bilimin Işığında Osmanlıdan Cumhuriyete Tıp ve Sağlık Kurumları, Prof.Dr. Esin Kahya Prof.Dr.Ayşegül D.Erdemir, TDV. 2000
2) İslam’da Bilim Ve Teknoloji Tarihi, Prof. Dr. Mehmet Bayraktar, TDV 2009
3) Takiyüddin’in Pera’daki Gözlemevi, Çev. Cem Pulathaneli, http://www.iudergi.com/tr/index.php/oba/article/viewFile/9065/8416
4) Osmanlı Astronomisine Genel Bir Bakış, Dr. Yavuz Unat,http://80.251.40.59/humanity.ankara.edu.tr/unat/yu/M06.pdf
5) Gök Biliminde Türk-İslam Bilginleri s173
6) İstanbul, Zaman İçinde İstanbul, Ekim 2004, Sayı 51
7) Urang, Akgül (1997). "Osmanlının Uzaya Bakan Gözü Takiyüddin ve İstanbul Rasathanesi". Bilim ve Teknik, 351, s. 34-40.
8) Aydin Sayili, The Observatory in Islam and its place in the General History of the Observatory (Ankara: 1960), s. 289 ff
9) Unat, Yavuz. "Tâkiyüddîn ve İstanbul gözlem evi (Rasathanesi) Türker Ansiklopedisi Cilt 11, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara. Erişim tarihi: 26 Eylül 2016
10) Lunde, Paul. "Arabs and Astronomy". http://archive.aramcoworld.com. Aram World Cilt 37 No:1, Ocak/Şubat 1986. 27 Eylül 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 26 Eylül 2016.
11) Roberts, John Morris, The History of the World, pp. 264-74, Oxford University Press, ISBN 978-0-19-521043-9
12) İslamic Technology: An Illustrated History by Ahmad Y. al-Hassan and Donald Hill, Cambridge University Press, 1986, p.282

Gitti de gelmeyiverdi - Atılay Denizaltısı

14 TEMMUZ 1942 
Hamiyet YÜCESES, 14 Temmuz 1942 günü Moda burnundan beyaz mendili elinde uğurladı eşini. Atılay ve gemisine ruh veren 39 bahriyeli harbe hazırlık kontrolleri için erken saatlerde Moda açıklarından Çanakkale’ye doğru “vira bismillah” diyerek yola çıktı.
Binbaşı Sadi GÜRCAN komutası altında dalışta iken batan ATILAY faciasında 37 denizcimiz 14 Temmuz 1942’de şehit olmuştur.
İsim babasının ATATÜRK olduğu Atılay denizaltı gemimiz İstanbul Taşkızak tersanesinde inşa edilmiş 80 metre boyunda 52 personelli bir denizaltıdır. 
(Cumhuriyet donanmasını güçlendirmek maksadıyla 11 Haziran 1936’da Almanya ile yapılan sözleşme gereği ikisi Alman Krupp Tersanesi’nde, diğer ikisi de Taşkızak Tersanesi’nde inşa edilmek üzere dört adet (üç adet hücum, bir adet mayın denizaltısı) Tip-IX Sınıfı denizaltının siparişi verildi.

Almanya ile yapılan bu sözleşmeden bir ay sonra Türkiye 20 Temmuz 1936 tarihinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni imzaladı. Boğazlar üzerindeki Türk egemenliği kabul edildi. Müteakiben İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında birer Müstahkem Mevki Komutanlığı ve bu komutanlıklara bağlı olarak da Deniz Komutanlıkları kuruldu.

Almanya 10 Şubat 1937’de iki denizaltıyı kızağa koyarken Türkiye de inşa edeceği ilk denizaltıyı 14 Ağustos 1937 Cumartesi günü Haliç'te kızağa koydu. Bu denizaltı yaklaşık 50 yıl aradan sonra İstanbulTersanelerinde inşa edilecek ilk denizaltı olacaktı. Bunu bir ay sonra 9 Eylül 1937’de kızağa konan ikinci denizaltı takip etti. Dört denizaltının 26-42 ayda inşasının tamamlanarak tecrübeye hazır hale getirilmesi hedeflenmişti. )

Sıra dört denizaltımıza isim vermeye gelince, Mustafa Kemal Atatürk kendi el yazısı ve imzasıyla, 17 Ocak 1938 tarihinde dönemin Başbakanı Celal Bayar’a yazdığı bir not ile isimleri bizzat kendisi belirledi. Son hecelerinden yola çıkarak “Ay” sınıfı olarak tanımlanan denizaltılarımızın isimleri Saldıray, Batıray, Atılay ve Yıldıray oldu. Bu not, dört kara kızın doğum belgesiydi.

ATATÜRK’ün kendi el yazısı ile yapılacak gemilere Atılay, Saldıray, Batıray, Yıldıray adı verilmesini isteyen direktifi Deniz Müzesinde saklanıyor.
Yeni cihazların kontrolü maksadıyla Donanma Komutanlığından istenen gemi 14 Temmuz 1942 günü saat 07.30 sularında Çanakkale’ye gelip demirlemiştir. 
Saat 8.00-9.00 arası yapılan brifingde tecrübelerin nasıl yapılacağı hakkında bilgi alış verişinde bulunulmuştur.
Saat 14.30’da Çanakkale Norto koyunda dalmış ve boğazdan çıkmış bir daha dönmemiştir. Geminin dönmeyişi üzerine deniz komutanı ile ihbar istasyonu komutanı tarafından 3 ve 5 no.lu motorlarla arama yapılmıştır. 
Saat 20.30’da Atılay’ın battı şamandırası bulunmuştur. İhbar istasyonu komutanı Fatih KARAYEL telefonla irtibat kuramamıştır.
Atılay akıntı sebebi ile mayınlı sahaya girmiş antenli mayınlardan bir veya ikisinin patlaması sebebiyle büyük yara ve yaralar açılmış ve gemi su dolmuş, personelin kaybı ile sevk ve idareden mahrum kalmıştır 3. 80 metre derinlikte oluşu nedeni ile geminin ve gerekse mürettebatın kurtarılmasına olanak bulunamamıştır.
Battı şamandırası İstanbul Deniz Müzesinde sergilenmektedir
ATILAY DENİZALTI GEMİSİ ŞEHİT PERSONELİ.
SINIF VE RÜTBESİ
ADI SOYADI
GÖREVİ
Güverte Binbaşı
Sadi GÜRCAN
Komutan
Makine Kıdemli Yüzbaşı
Ahmet TÖRÜN
Başçarkçı
Güverte Yüzbaşı
Sebati TAŞÖZ
II.Komutan
Makine Yüzbaşı
Adnan ERÜL
II.Çarkçı
Güverte Teğmen
Rauf BAYKAL
Stajyer Subay
Makine Gedikli Subayı
Ahmed ATAKAN
SINIF VE RÜTBESİ
ADI SOYADI
Güverte Başgedikli
Hakkı TEZCANLI
Makine Başgedikli
Ziya LODOS
Makine Başgedikli
Necmi SUNAL
Telsiz Başgedikli
Masum ŞEN
Makine Başgedikli
Tahsin DÖNMEZ
Elektrik Gedikli Başçavuş
Fethi YÜCESES
Torpido Gedikli Başçavuş
Hüseyin COŞKUN
Makine Gedikli Üstçavuş
Celal DİNÇER
Makine Gedikli Üstçavuş
Selahattin NARTMAN
Elektrik Gedikli Çavuş
İsmail TOGAY
Güverte Gedikli Çavuş
Nurettin GÜNENÇ
Elektrik Gedikli Çavuş
Sabahattin YAROL
Makine Gedikli Onbaşı
Kemal DAĞAŞAN
Elektrik Gedikli Onbaşı
Agah PERİNA
Telsiz Gedikli Onbaşı
İsmet İSKİL
Makine Gedikli Onbaşı
Ali Rıza BAYKUŞ
Güverte Gedikli Onbaşı
Hasan ŞENTUNA
SINIF VE RÜTBESİ
ADI SOYADI
Güverte Onbaşı
Dilşat ÇAKAL
Güverte Onbaşı
Temel YENİGÜN
Makine Onbaşı
Cemal BAHAR
Makine Onbaşı
Mehmed ÇİLHOROZ
Makine Onbaşı
Mustafa ÖZBEK
Güverte Er
Eyüp KAÇMAZ
Güverte Er
Hasan GÜNEŞ
Güverte Er
İbrahim ERBAŞ
Güverte Er
Enver KARAER
Güverte Er
İsmail YILMAZ
Güverte Er
İlyas ÜNAL
Güverte Er
Halil KÜÇÜK
Makine Er
Hüseyin GENÇER
Makine Er
Mehmed ASLANTÜRK
Makine Er
Temel KÜÇÜKOĞLU
Makine Er
Halil EKİNCİ.
RUHLARINIZ ŞAD OLSUN

Kazayı hatırlatacak tek abide 70’li yıllarda Amasra’da iskelede inşa edilen “Atılay Şehitleri Çeşmesi” oldu.
“Atılay Şehitleri Çeşmesi” mülkiyeti Belediyede olan iskelenin tescilli yapı olması nedeniyle, Karabük Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu kararına istinaden 2014 yılında yıkıldı.

Hamiyet YÜCESES’in kocası Fethi YÜCESES Atılay denizatlı gemisinde başçavuş olarak görev yapıyordu.Bu kazadan sonra Hamiyet YÜCESES “ Gitti de gelmeyiverdi ” şarkısını okumuş ve meşhur olmuştur.
Gitti de gelmeyiverdi
Gözlerim yolarda kaldı
Hele nazlım nerde kaldı
Ne zaman ne zaman gelir
Gel a nazlım lahuri şallım
Sağı solu dolaşalım
Ne zaman ne zaman gelir

Beste: Dede Efendi
Güfte: Dede Efendi
Makam: Uşşak
Usul: Aksak
Görüntünün olası içeriği: 3 kişi, gülümseyen insanlar, yazı, su ve açık hava
Form: Şarkı
Seslendiren: Hamiyet Yüceses
https://www.youtube.com/watch?v=Q4ddFymFrNA  Şarkıyı dinleyebilirsiniz.



1924 Erzurum Depremi ve ATATÜRK

1 EKİM 1924 - ATATÜRK'ün, Erzurum'da "Depremden Zarar Görenlere Yardım Komisyonu"nun çalışmalarını denetlemesi ve fe...