Bilim insanları, felsefecilerle beraber derler ki: Akla dayanan, kendini akla dayanan nedenlerle haklı kılar bilgiyi elde etmede bilinç ve yöntem kullanır. İlerleyici, objektif, sürekli değişime açık, dinamik bir süreçtir. Bir ahlakı vardır, insanlığın iyiliği içindir. Yararlılığı insanlık için kanıtlanana kadar kuşku duyar ama bundan habersiz tüccarlar bazen insan ve yaşam hakkını yok sayarak bilimin arayışlarını yok edici bir körlükle kâr hırsına dönüştürürler. Bilim uğruna ölenle bilimden uzaklaşıldığı için ölenler çok farklı yerlerde çok uzak hayallerdeler midir?
Madam Curie ile yoksul Amerikalı işçi kızların kesişen öyküsüne bir bakın siz anlayın...
Albina’nın ağzına ürkerek baktı genç diş hekimi. İlk defa böyle karanlık, garip sarı çürüklerle dolu bir ağız görüyordu. Arka azıdişleri nedensiz oyulmuş büyük çukurlar gibi duruyordu. Sürekli ağrıları, kilo kaybı olan Maggie’nin dişlerini düzeltmek hayli vakit alacaktı. Arka azı için iki taraftan büyük iğneyle morfin verip uyuşmayı bekledi. Çekim için elindeki kerpetenle yandaki kırılmış dişin arkasından deriyi hafifçe kanırtarak dişi kendine doğru çekmeye çalıştı.
Meslek hayatında ilk defa tanık olduğu ürkütücü bir ses duyuldu. Çene kemiği çekilen dişin etkisiyle çıtırtıyla kırılarak bir anda yanaktan sarkmaya başladı. Soğukkanlılığını kaybetmemeye çalışıyordu diş hekimi. Uyuşturucunun etkisine rağmen duyduğu sesle bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı Albina. Sağ çene kemiği ikiye ayrılmış, sarkan tarafla yüzü korkunç bir şekil almıştı. Acıyla değil, korkuyla bağırmaya çalıştı. Her yer kan içerisindeydi. Elini korkuyla yüzüne attığında diş hekiminin engelleme çabasına rağmen elinin altında kraker gibi dağılan çenesini hissetti.
Dehşet, genç diş hekiminin yüzünden de okunuyordu. Hayatında ilk defa diş çekmek için kullandığı kerpetenin ucunda çene kemiği sallanıyor, genç kızın irin gibi sağlıksız yüzünde her an kanlı yeni deformasyonlar meydana geliyordu. Güçlükle hastaneye yetiştirilen Albina Larice hiç beklemediği bir yaşam mücadelesine başlıyordu. Tıpkı çenesinin altında kocaman bir greyfurt büyüklüğünde tümör taşıyan Amelia Maggie gibi o da hastanedeki aynı fabrikada çalışan talihsiz kadınların arasında bilinmez rahatsızlığıyla yer alıyordu.
Bütün kızlar Waterburry saat fabrikasında 1920’lerde işe başlamıştı. Hepsi kol saati kadranına fırçayla karanlıkta parlayan bir radyum tuzu sürüyorlardı. 1898 yılında Madam Curie bir uranyum tuzu olan uranit üzerinde çalışıyordu. Tuzdan uranyumu izole etmelerine karşın hâlâ radyoaktif özellikler gösteriyordu ve bunun yeni bir element olduğunu keşfettiler. Işın sözcüğünün Latince karşılığı radius kelimesinden esinlenerek radyum dediler bu yeni elemente...
Curie’ler radyumu o kadar sevmişlerdi ki, soluk yeşil ışıldamasını gece lambası olarak kullanıyorlardı. Radyoaktivitenin de temelini oluşturan bilimsel keşifler yaşanıyor ama yıllar sonra Madam Curie’nin ellerini kapanmaz yaralar kaplayacak ve sonunda kan kanserinden ölümüne sebep olacak bu ışımanın zararlarını henüz tam bilmiyorlardı. Hatta radyumu eklem ağrısı, soğuk algınlığı, romatizma için ilaç hammaddesi olarak kullanıyorlar, güzellik kreminden boğaz pastiline radyum içeren ürünler çıkarıyorlardı.
Bu radyum sevgisi devam ederken bir Alman bilimadamı da radyum tuzlarından geceleri parlayan bir boya imal etmeyi başarmıştı. Savaşta düşmanın görmediği ama gece parıldayan yeşil ışıklı saatler böylece popülerleşmiş, savaş sonrası 1920’li yılların ortalarında herkes bu saatlerden daha çok edinmek ister
hale gelmişti.
hale gelmişti.
Waterburry saat firması, artan talep karşısında haftalık 18 dolardan, çok sayıda genç kadını saatlere bu boyaları sürmesi için işe alacaktı. Çinko bileşimli radyum tuzları saatin içinde karanlıkta yeşilimsi bir ışık veriyordu. Savaş sonrasının iş koşullarında iyi bir ücretle kolay bir işte çalışmaktan kadınlar çok memnundu. Saatin rakamlarına boyayı sürerken ufak kıl fırçayı ağızlarına sokarak sivriltiyor, boyama işlerini kolaylaştırıyorlardı.
Boyama işleminin kolaylaşması, radyumla temas genç kadınların yaşamında inanılmaz zorlukları da beraberinde getiriyordu. Başta çene kemikleri olmak üzere tüm kemikler eriyor, durduk yerde parçalanıyor ya da çene çevresinde dev tümörler oluşuyordu. 4 yıl içerisinde fabrika çalışanları arasında ciddi ölüm vakaları görülmeye başlanmıştı.
Sağ kalanları ise kapanmayan ağız yaraları, çene kemiği erimesinin getirdiği korkunç şekil bozuklukları kuşatmıştı. Radyum vücuda giriyor, yaydığı parçacıklarla, kemik dokusunu delik deşik ediyor, kemik içi iliği öldürerek kan yapısını bozuyordu.
Genç kızlar ardı ardına bir firmanın daha çok kazanç için bilime karşı kâr hırsıyla yaptığı uygulamalar sonucu yaşamlarını yitirdiler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder