13 Haziran 2019 Perşembe

Yaşasın Kelebekler

Mirabel kardeşler, Dominik Cumhuriyeti’nde, Rafael Leonidas Trujillo’nun diktatörlük rejimi sırasında yaşamış toprak sahibi bir ailenin kızlarıdır.
Patria’nın hayali rahibe olmak, Mate’ninki âşık olacağı bir eşinin ve çocuklarının olması, Mirabel’inki ise kadınların hukuk okumasının yasak olduğu bir ülkede avukat olmaktır.
Kimi zaman korkuları, kimi zaman cesaretleri ağır basan, sıradan, neşeli genç kızlardır. Beklentileri huzurlu bir yaşamdır. Ancak tarihte öyle dönemler vardır ki, toplumda büyük altüstlükler meydana gelir ve sıradan insanlar gerçekleri görmeye başlarlar. Böyle dönemlerde herkes bir tercih yapmak zorunda kalır, çünkü onurlu yaşamak için direnmek ve mücadele etmekten başka yol yoktur.
İşte Mirabel kardeşler de insanlığın sınava çekildiği böylesi bir dönemde yaşadılar ve tercihlerini katliamlara, yoksulluğa, adaletsizliğe, yolsuzluklara karşı savaşmaktan yana kullandılar.
Dominik bağımsızlığını kazandıktan sonra da ABD’nin kontrolünde kalmaya devam etti. 1930 yılında yine ABD’nin desteğiyle Rafael Leonidas Trujillo bir darbeyle devlet yönetimini ele geçirdi.
Trujillo, iktidarda kaldığı süre boyunca ülke ekonomisi büyüdüğü için burjuva sınıfın desteğini almıştı.
Bu düzen altında semirdikçe semiren burjuvazi, diktatörün işlediği tüm cinayetleri, tüm insan hakları ihlallerini görmezlikten geldi.
Trujillo başta kendi çevresi olmak üzere sermaye sahiplerinin zenginliğini arttırırken yoksul halkı daha da yoksullaştırdı. Politikalarına karşı çıkan herkesi terörist ve hain ilan etti. Bu dönemde hapishaneler diktatörlük karşıtlarıyla doldu, kan donduran işkenceler uygulandı ve 50 bin insan katledildi. Trujillo, Haitili yoksul emekçileri de Dominik halkının saflığını bozdukları gerekçesiyle kırımdan geçirdi. Trojillo’nun iktidarı, yaratılan korku ortamı üzerinde varlığını sürdürdü.
Trujillo diktatörlüğünün uygulamaları zamanla halkta tepkilere yol açmaya başlamış ve çeşitli direniş odakları oluşmuştur. İşte Mirabel kardeşlerin içinde olduğu “Clandestina” yani Kelebek Hareketi de bunlardan biridir.
Minerva Mirabel çocuk yaşlarından itibaren inatçı ve kararlı kişiliğini belli eder. Ülkede kadınların hukuk eğitimi alması yasak olmasına rağmen Minerva hukuk okumakta kararlıdır. Çünkü küçük yaşlarından itibaren ezilen ve yoksul halkın acılarının farkındadır ve buna karşı bir şeyler yapmanın yolunun adaleti elinde tutmak olduğuna inanır. Yürekten hissettiği özgürlük tutkusu da bu isteğini perçinler. Babasının tüm korkularına ve cinsiyetçi bakış açısına karşın Minerva’nın kararlı duruşu üstün gelir ve lise eğitimi için şehre gider. Burada yaşadığı olaylar neticesinde Trujillo diktatörlüğünün baskılarından haberdar olur ve Trujillo’nun ahlâksızlıklarına tanık olur.
Mirabel ailesinin toprak sahibi zengin bir aile olması lise yıllarından sonra da çeşitli kereler Mirabel kardeşleri Trujillo ile karşı karşıya getirir. Bu karşılaşmalar sırasında Mirabel kardeşler diktatörün zalimliği ve ahlâksızlığına doğrudan muhatap olurlar. Minerva Mirabel’in diktatörün ahlâksız yaklaşımına boyun eğmeyen tavrının cezası, Minerva’nın babasına ödetilir. Baba Mirabel gördüğü işkenceler nedeniyle hayatını kaybeder. Bunun üzerine önce Minerva daha sonra Mate ve Patria diktatörlüğe karşı verilen örgütlü mücadelede etkin rol alırlar. Diktatöre karşı yürütülen örgütlü mücadelede defalarca cezaevine girerler fakat mücadeleden vazgeçmezler. “Kelebeklerin” diktatörlüğe karşı mücadelesi halka umut olur. “Yaşasın Kelebekler” sözü mücadelenin simgesine dönüşür.
İktidarına karşı her türlü muhalif hareketi boğan Trujillo’nun elbette ki Kelebeklere de tahammülü yoktur. Trujillo 2 Kasım 1960’ta yaptığı bir konuşma sırasında “bu ülkede iki sorun var; biri kilise diğeri de Mirabal kardeşler” diyerek Mirabel kardeşlerin yarattığı etkinin ne kadar büyük olduğunu da itiraf eder.
Bu konuşmanın hemen sonrasında, 25 Kasımda, Mirabel kardeşler kendileri gibi örgütlü mücadelenin içinde olan ve bu nedenle cezaevinde olan eşlerini ziyaretten dönerken askerler tarafından durdurulur ve diktatörün paramiliter güçleri tarafından tecavüz edilerek, hunharca dövülerek katledilir. Katliama araba kazası süsü verilmeye çalışılsa da kimse buna inanmaz. Trujillo Kelebekleri ortadan kaldırarak sorunu çözdüğünü sanır ama aksine halkın öfkesini daha da arttırır. Bu katliamdan sonra daha da büyüyen tepkiler diktatörlüğün de sonunu getirir. Rafael Leonidas Trujillo Mayıs 1961’de suikastla öldürülür.
Mirabel kardeşler unutulmadı. Bugün dünyanın dört bir yanında 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü” olarak anılıyor. Trujillo’nun öldürüldüğü gün ise Dominik’te bayram olarak kutlanıyor. Mirabel kardeşlerin mücadelesinin simgesi olan 25 Kasım, sadece kadına şiddetin ve kadın cinayetlerinin protesto edildiği bir gün değildir. Aynı zamanda kapitalist sistemin yarattığı diktatörlere, faşist liderlere karşı kadınıyla erkeğiyle yürütülen mücadelelerin de simgeleştiği günlerden biridir.
Kapitalizm, içine girdiği derin kriz koşullarında tüm dünyada otoriter ve totaliter yönetimlerin önünü açarken ve 3. Dünya Savaşının alanını genişletirken emekçi kitlelere dayanılmaz acılar yaşatıyor. Yoksulluk, açlık, işsizlik, göçler, hastalıklar, kadına ve çocuklara yönelik şiddet, çocuk işçilik… Aslında tükenmiş olan kapitalizm ayakta kalmak için insanlığın yaşam ışığını tüketiyor. Bu koşullarda iyice kışkırtılan cinsiyetçi bakış açısı emekçi sınıfların kadınlarının yaşamını çok daha zor hale getiriyor. Dünyanın her yerinde cinsiyetçi politikalar yaygınlaşıyor, kadına yönelik şiddet ve kadının çifte ezilmişliği artıyor. Emekçi kadınlar savaşlarda aç kalıyor, tecavüze uğruyor, pazarlarda satılıyor, öldürülüyor. Kapitalizmin ekonomik krizi emekçi kadını işsiz, ailesini, çocuklarını aç bırakıyor. Gelecek kaygısı işçi ailelerini umutsuzluğa ve korkuya sürüklüyor.
Erkek-egemen, cinsiyetçi zihniyet, kapitalizmin olağanüstü yönetim biçimleri olan faşizm ve benzeri dönemlerde iyice körükleniyor, kadınlar toplumsal yaşamdan dışlanıyor. Kadın emekçiler olağan dönemlerde olduğundan çok daha fazla erkek egemenliğin cenderesine itiliyor ve itaate zorlanıyor. Çünkü faşizm susan, korkan, koşulsuz itaat eden bir topluma ihtiyaç duyuyor. Tek bir adamın sesinin duyulduğu, insanların özlemlerinin hiçe sayıldığı, farklı seslerin boğulduğu düzenler emekçi kadınların düşmanıdır. Kadını aşağılayan, kazandığı hakların tümünü elinden alan, ona sadece itaat etmeyi dayatan bu düzenlerin şiddetin her türlüsünü körüklediği ortadadır. Bugün Türkiye’de de yaşanan budur.
Emekçi sınıfların tarihinde sayısız mücadeleler, kahramanlıklar vardır. Mirabel kardeşlerin mücadelesi yaygınlık kazanarak diktatörlüğün sonunu getirdi. Almanya’da, İtalya’da, İspanya’da, Yunanistan’da, Güney Kore’de, Arjantin’de ve daha nice ülkede kadınıyla erkeğiyle işçiler, emekçiler onurlu bir yaşam için, çocuklarına özgür bir gelecek bırakmak için kapitalizmin yarattığı totaliter rejimlere karşı mücadele yürüttüler. Bazıları öldü ama gösterdikleri direnç, inanç ve cesaret insanlığın aydınlık geleceğini kurmak için, insanlığın önünü açmak için bir umut oldu. Kapitalizmin karanlığına karşı mücadele yürüten tüm direnişçilerin bugünlere taşıdığı direnç gülleri şimdi mücadele eden kadın ve erkek işçilerin ellerinde kökleniyor. Kapitalizme ve onun yarattığı faşizme karşı öfke, işçi sınıfının damarlarına yayılmak, mücadele ateşini harlamak için büyümeye devam ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

1924 Erzurum Depremi ve ATATÜRK

1 EKİM 1924 - ATATÜRK'ün, Erzurum'da "Depremden Zarar Görenlere Yardım Komisyonu"nun çalışmalarını denetlemesi ve fe...